Nerden baksan tutarsızlık, nerden baksan ahmakça...! Dün akşam sosyal medyaya bir ses kaydı düştü. 10 dakika 7 saniye süren bu ses kaydı, haliyle Müslümanlarda haklı bir tepkiye sebep oldu. Zira ses kaydının sahibi, Yuhanna İncili'nin 8. bölümünde geçen bir hikayeyi anlatıyor.
Hikaye şöyle: "İsa ise Zeytin Dağı’na gitti. Ertesi sabah erkenden yine tapınağa döndü. Bütün halk O’nun yanına geliyordu. O da oturup onlara öğretmeye başladı. Din bilginleri ve Ferisiler, zina ederken yakalanmış bir kadın getirdiler. Kadını orta yere çıkararak İsa’ya, “Öğretmen, bu kadın tam zina ederken yakalandı” dediler. “Musa, Yasa’da bize böyle kadınların taşlanmasını buyurdu, sen ne dersin?” Bunları İsa’yı denemek amacıyla söylüyorlardı; O’nu suçlayabilmek için bir neden arıyorlardı.
İsa eğilmiş, parmağıyla toprağa yazı yazıyordu. Durmadan aynı soruyu sormaları üzerine doğruldu ve, “İçinizde kim günahsızsa, ilk taşı o atsın!” dedi.
Sonra yine eğildi, toprağa yazmaya başladı. Bunu işittikleri zaman, başta yaşlılar olmak üzere, birer birer dışarı çıkıp İsa’yı yalnız bıraktılar. Kadın ise orta yerde duruyordu. İsa doğrulup ona, “Kadın, nerede onlar? Hiçbiri seni yargılamadı mı?” diye sordu.
Kadın, “Hiçbiri, Efendim” dedi.
İsa, “Ben de seni yargılamıyorum” dedi. “Git, artık bundan sonra günah işleme!” hikaye aslî kaynağında burada bitiyor. Yuhanna İncili'nde bu kadar. Sonrası yok.
Kaynağın sıhhati o ayrı bir tartışma konusu. Ancak mezkurun ileyh akademisyen bu kısımla yetinmeyip, üzerine kaynağı belli olmayan ilavelerle hikayeye devam ediyor.
Hz. Meryem'in ikinci, üçüncü taşı attığını, Hz. İsa'nın da "yeter anne!" diyerek Hz. Meryem'in elini tuttuğunu söylüyor ve bundan sonra akademisyen, Hz. İsa'nın ağzından annesi Hz. Meryem'in gençliğinde zina ettiğine dair imada bulunuyor. İlerleyen kısımda ise Scunner'den alıntı yaparak; "Kur'an'ı nazil eden Allah'ın psikolojisinin de sağlıklı olmadığını dillendiriyor." ve laf kalabalığına devam ediyor.
Şayet, aslı esası olmayan bu uydurma hikayeyi bir akademisyen değil de es kaza İmam, Vaiz veya Müftü yada bir Din Kültürü Öğretmeni anlatmış olsaydı; Akademisyenler, hemen: "Bunlar zaten hikayeci, kıssacı, din diye hikaye anlatıyorlar, vesaire!" diye infiale kalkardı. Anında açığa alınır görevden ihraç edilebilirdi. Neden? Kaynaksız, mesnedsiz konuştuğu için. Ancak isminin önünde titri olan, bilimsellik iddiasında bulunan bir akademisyen, ilimin, bilimin merkezi, yuvası olması gereken bir fakültede hiçbir kaynak göstermeden, israiliyat türünden, Yahudilerin sonraki dönemlerde uydurmuş olma ihtimali çok yüksek olan bir iftirayı atabiliyor. İslam Hukukunda haddi gerektiren belirli suçlardan biri olan "Kazf" fiilini pervasızca işleyebiliyor. Ne hikmetse bu da bilimsel/lik oluyor...
Bu anlatımıyla Kur'an-ı Kerim'de Âli İmran Sûresi 42. Ayeti Kerime'de: " Melekler şöyle demişti: “Ey Meryem! Allah seni seçti, seni tertemiz kıldı ve seni bütün dünyadaki kadınlara üstün eyledi." diye taltif etmiş olduğu, yine Tahrim Sûresi 12. Ayeti Kerime'de: "İmrân kızı Meryem’i de (misal vermiştir): O iffetini çok iyi korumuştu, biz de ona ruhumuzdan üfledik; o, Rabbinin sözlerini ve kitaplarını hep tasdik etti ve o içtenlikle itaat edenlerdendi." diye Allah tarafından taltif edilen ve iffet konusunda Allah'ın seçtiği, örnek olarak gösterdiği, bir peygamber annesine dil uzatma cüretinde bulunmuş oluyor. Yine Âli İmran Sûresi 37. Ayeti Kerime'de: "Bunun üzerine, Rabbi ona hüsnükabul gösterdi ve onu güzel bir şekilde yetiştirdi. Rabbi onu bir çiçek gibi yetiştirdi." buyurmak sûretiyle; daha çocukluğundan itibaren Hz. Meryem'in Allah'ın gözetiminde, denetiminde olduğu Kur'an-ı Kerim'de vurgulamış olan İffetli bir kadına ve Onu koruyup, kollayıp, yetiştiren, terbiye eden Allah'a dil uzatmış oluyor. Düşünme melekesini kaybetmemiş bir kimse bu sözleri bilinçli olarak söyleyemez.
Akademik camiadaki fikir özgürlüğü, saçmalama ve iftira atma özgürlüğüne dönmemeli. Özellikle vahiy kaynaklı, Kur'an-ı Kerim'de işlenen, iman esasları çevresinde ve çerçevesinde yer alan konularda kaynak nokta, hareket noktası müsteşriklerin, müfteri Yahudilerin ya da muharref kitaplar veya muharref kitapların tevilleri olan birtakım kaynaklar olmamalıdır.
Son yirmi yılda İlahiyat Fakültelerindeki niceliksel artış, ilahiyat akademisyenlerin de niteliksel düşüşü getirmemeliydi. Dokuz Eylül Üniversitesi İlahiyat Fakültesi gibi yirmi yıl önce kalite noktasında belirli bir ağırlığı olan bir ilim yuvası, böyle desteksiz atan, israiliyattan beslenen, uydurma hikayelerin arkasına saklanan, kassasların seviyesizlikleriyle gündeme gelmemeliydi. Şayet doğruysa, "fakültenin kariyer ve kalite temsilcisi" sorumluluğunu deruhte eden bir kimsenin kendi kalitesi eğer bu seviyede ise o zaman ciddi bir sıradanlıkla karşı karşıyayız demektir.
Bilimsellik, eleştirel düşünce, İslam'a, İslam'ın ana kaynağı Kur'an-ı Kerim'e ve Kur'an-ı Kerim'de yer alan, Allah tarafından defalarca vahy ile teyid edilen, taltif edilen, tarihi bir sembol isme, oryantalistlerin ya da batılıların gözüyle bakmak demek değildir. Bilimsellik, Allah'ı bile eleştirme selahiyetini kendinde görmek değildir. "İlim Ahlakı" dediğimiz konu, kişinin haddini bilmesi ile olur. İlim ukalalığı, laubaliliği, lakaydlığı kaldırmaz. Ahlaklı bir akademisyen, Hz. Meryem'e, O'nun iffetine kefil olan Yaratıcıya gayri ahlâki isnad ve iftiralarda bulunmaktan hâyâ eder. Tanrının psikolojisinin bozuk olduğu gibi bir absürdlüğü dillendiremez.
Şimdi bu kendini, haddini, dini kaynakları bilmeyen, ünvanlı cahil kimsenin yaptığı bu hadsizlikten dolayı bir takım İmam Hatip, İlahiyat karşıtı/düşmanı kimseler bu güzide kurumların kapatılması gerektiğini, daha önceki suçlamalarında ve genellemelerinde ne kadar haklı olduğunu söyleme aymazlığında bulunacaklardır.
İsyan Ahlakı'nın sahibi Nurettin Topçu, İstanbul İmam Hatip’te Felsefe dersi veriyor. Okulun müdürü Mahir İz hoca, Nurettin Bey'den, gidip muhasebede biriken ücretini almasını söylüyor. “Ben buraya ücret için gelmiyorum, ibadet için geliyorum” diyor Topçu. “Hocam tahakkuk ettirilmiş, kadının zimmetinde duruyor. Sen imzala biz fakirlere veririz.” “O parayı zimmetime geçirdikten sonra ister harcamışım, ister fakire vermişim, bir şey değişmez.” Topçu, İstanbul İmam Hatip’te dört sene ücretsiz ders veriyor.
Böyle bir hassasiyetten, "Sınıfa girerken mabede girer gibi girme" erdeminden bu derekelere nasıl geldik? sorusunun cevabını bulmak, bütün Din Psikolojisi hocalarının üzerine ilmî bir sorumluluktur. Bilmem anlatabildim mi?