Dava dosyası Suudi Arabistan’a iade edilmek suretiyle, başından sonuna kadar provokasyon kokan ve Türkiye’yi köşeye sıkıştırmak üzere icra edildiği anlaşılan Cemal Kaşıkçı cinayetinde yeni bir safhaya gelindi. Dosya, ustalıklı bir manevra ile Suud yargısının kucağına bırakıldı.
Ülkenin söz sahibi idarecileri tarafından planlandığı ve yine memurları aracılığıyla ifa edildiği gün gibi açığa çıktıktan sonra Türkiye’nin yapacak başkaca bir şeyi kalmamıştı. Görevli mahkeme, Adalet Bakanlığının da görüşü doğrultusunda, dava dosyasını bu ülkeye gönderdi.
İyi de yaptı.
Kaşıkçı Türk nişanlısı ile evlenebilmek için Suudi Arabistan’ın İstanbul başkonsolosluğuna girdi; ama çıkamadı.
Vatandaşı olduğu Amerika değil de Suudi makamları üzerinden bir evlilik akdi gerçekleştirme isteğini anlayamamıştım. Ayrıca, bu kadar ülkeyi bırakarak Türkiye’ye neden geldi?
Tuzağa mı çekildi?
Sonuçta Suudi Arabistan’ın sabıka kayıtları belli; öldürebilir, yok edebilir, suçsuz yere mahkûm edebilir.
Kaşıkçı, Londra’daki diplomatik misyona başvursaydı başına bu hal gelmezdi.
Olay patlak verir, vermez bütün dikkatler Türkiye’ye çevrildi. Pasaportuyla girdiği ülkemizden, çıkamadı. Allah’tan Türkiye olayı hızla çözdü/çözdürüldü de atılacak iftirayı savuşturdu.
İade kararı nedeniyle Türk adalet sistemini sorgulayanlar iyiniyetli değiller. Dosyanın gönderilmiş olması makul ve mantıklı.
Evvelsi gün rahip Brunson, dün Kavala bugün Kaşıkçı davalarını dillerine doladılar. Rahibe karşı açılan davayı, Kavala’nın tutuklu kalmasını yadırgayanlar Kaşıkçı dosyasına sahip çıkıyorlar.
Dosyanın bir muhatabı da olmadığı halde…
Tavırları hem makul değil hem de çelişkili. Diğer iki dosyanın ülkeyi zora soktuğunu söyleyenler buna sıkı sıkıya sarılıyorlar.
Türkiye açısından dosyanın ilerleyebileceği bir mecra kalmamıştı. Vicdanlarda mahkûm edilen Prens Selman ile adamlarına karşı yapılabilecek bir şey bulunmuyordu.
Bundan sonrasında Suudi Arabistan yargısı istediği kadar temizlemeye çalışsın, bir netice alması mümkün değil. Uluslararası sistem kararını çoktan verdi.
Asıl garabet, menfaatlerine zarar vermekten kurtaracak adımı nedeniyle Türkiye’nin eleştirilmesinde. Zanlılara ulaşmanın mümkün olmadığı, tüm delilleri toplanmış, iddianamesi oluşturulmuş bir dosyada yapacak daha fazla bir şey bulunmuyordu.
Eleştirinin merkezinde yer alanların Türkiye’nin uluslararası sistemde sıkışıp, kalmasını isteyenler olması da yadırganacak bir durum. Açık deliller ve maddi gerçeklik nedeniyle dosyayı kapatmak mümkün olmadığına göre, en doğru yaklaşım topu suçlananların kucağına atmaktı.
Yapılan budur.
Kaşıkçı sıradan biri değildi. Amerikan devletinin güvendiği, en önemli gazetelerinden birinde köşe yazarlığı verdiği bir Suud rejim muhalifi idi. Kendisi bir tercihte bulunmuş, Türkiye’de bu ülke ile karşı karşıya gelmek istemiş. Sonuç ortada.
Cinayeti tasvip etmek mümkün değil. Türkiye başından sonuna kadar cesaretle ve kararlılıkla vukuatın takipçisi oldu.
Cumhurbaşkanı hem de kaç kez Suud yönetimini ve Prensi isim zikrederek kınadı.
Daha ne yapılsın?
Suudi Arabistan’ın uğradığı maddi ve manevi kayıp belki milyar dolarlarla geri gelmez: Selman baş zanlı konumunda. Bu durumu da devam edecek.
Üzerine yıkılmak istenen faili meçhul suçlamasından kurtulabilmiş olması bile ülkemiz açısından bir başarıdır. Bir asır önce üzerine atılan Ermeni soykırım iftirasına yeterli cevabı veremeyen devlet, bu kez çok hızlı ve başarılı bir süreç yönetimi yaklaşımı izledi. Keşke aynı başarıyı Kıbrıs ve diğer önemli sorunlarda da elde edebilseydi.
Bugün dikkatleri doğru noktaya yönlendirmeye muvaffak oldu.
Eleştiriler yersiz ve kötü niyetli.
Şimdi Suudi Arabistan ve onu Türkiye’ye karşı kışkırtanlar düşünsünler.
Ne yapsalar, lekeyi temizleyemezler.
Leke tüm rejime sirayet etti.