Karşı olmanın cazibesi

Hakan Bahçeci

            Karşı olmanın dayanılmaz bir cazibesi mi var? Olmalı sanırım… Nasıl olsa “karşı olmak” bir sebebe,  bir mesnede, bir delile gereksinim duymadan yapılabiliyor. Size bunu soracak kimse yok çünkü ona da karşısınız. Hak, hukuk, ahlak, zorunluluk şöyle dursun çünkü karşı olunca özgür hissediyorsunuz.

            “Karşıyım” demek bir iddia da barındırmıyor aslında, yani ortaya koyacağınız güçlü bir alternatif olmasına da gerek yok. Çok da kolay hem, olabildiğince basit; sadece duracağınız yere göre karşıya bakmak, olan ne varsa “yok arkadaş ben karşıyım” deyip bunda inatçı olmak…

            Esasen karşı olmak ciddi ve mühim bir meseledir. Öncesinde derin inceleme, araştırma, soruşturmaya ihtiyaç duyar. Görülemeyeni görebilme, varsa bir hinliği sezebilme, fikirsel altyapısını oluşturabilme ve dahası… Tüm bunlar olunca karşı olmanın bir anlamı, bir ilkesi ve faydası olur. Bu kulağa pek hoş gelmiyor tabi çünkü cazibesi yok.

            İnsanoğlu zoru sevmiyor, güçlüğe katlanamıyor. Kolaycılık, bedavacılık vazgeçilecek bir rahat değil. Yalan da olsa bir yer edinme çabasında insan bu dünyada. Karşı olmak işte bu yeri kolayca kapmaya yarıyor. Çünkü nasıl olsa karşıda duran, çaba ve emek harcamış birileri var, onlar oradaysa ben de onların karşısında olarak yer tutarım. Böyle söyleyince kulağa hoş geliyor lakin çıktıya baktığımızda içi boş ve mesnetsiz karşı duruşlar o toplumun tümden zarar veriyor.

            Karşı olmak, eğer güçlü kanıtlar barındırmıyorsa, temeli “hepten karşıyım” inancı taşıyorsa ve en vahimi ideolojik saplantılarla, ön kabullerle donanmışsa kendini nefrete, kavgaya, saldırganlığa çeviriyor demektir.  Bu durumun getirdiği diğer bir tehlike ise karşı olmak için sağlam verilerin yoksa “yalana” düşmüş olacağındır.

            Ben karşıyım arkadaş, cümlesi ne hikmetse itiraza da çok gelmiyor. “Neden karşısın” diyorsun “bana göre” diyor. “bana göre” ifadesi bu haliyle özgür olmanın bir neticesi ve kimsenin özgürlüğüne karışamazsın genel yaklaşımı, karşı olanların da kalesi oluyor.

            Karşı olanlar, konumlarını karşı oldukları yere göre belirlediği için karşıya geçince durduğu çizginin kimlerle yan yana olduğunu, hangi dünya görüşünün çizgisine geldiğini gözden kaçırabiliyor. Nasıl olsa karşı olmanın herhangi bir suçu cezası yok hatta karşı olanlar bu cazibeden neşetle taraftar da buluyor kolayca. Hakikatin ne olduğu unutulup “karşı olanların” oluşturduğu rüzgâr esmeye başlıyor. Gariptir bu rüzgâr yine karşı olanlara yarıyor çünkü onlar rüzgâra da karşı…

            Bir işi doğru yapmak, bir eser ortaya koymak, bir fikir ve görüş sunmak karşı olanlar için bulunmaz fırsat; “karşıyım” derler ve bunun için kendi ilkelerinden bile vazgeçebilirler. Esasen karşı olanların yapılan işle, fikirle, eserle, konuyla ilgili oldukları da şüpheli. Karşı olanlar “kendi gibi olmayan” kim ve ne varsa karşılar. “Bana göre” yaklaşımı burada da kendini göstermiş oluyor; ne yaptığına ve neticenin ne olduğuna bakıyor değilim, bana göre yanlış ve ben de bundan dolayı karşıyım. Zihni bir mesele ile karşı karşıya olduğumuz muhakkak.

            Oysa karşı olmak mühimdir, gereklidir ve hatta elzemdir. Mesela haksızlığa karşı olmak mecburiyettir. Bu inancı gereği bir Müslümanın mesuliyetidir. Zulme, baskıya, güçlünün zayıfı ezmesine, adaletsiz paylaşıma karşı durmak insan olarak insanlık onurudur. Bu yüzden beyhude, saplantılı, temelsiz ve yalan üzerine inşa edilmiş “karşı duruşlar” hakikati karşısında bulurlar.