İster küresel ısınma deyin ister bereketsizlik sonuç değişmiyor. Gerçek anlamıyla kış bile artık iki senede bir gelmeye başladı. Geçen yıl birkaç kez kar yağmıştı, bu yıl ise şimdiden kimilerini mutlu edecek, kimilerini de usandıracak kadar çok yağdı.
Her şeye olduğu gibi kışa dair bakış açımızda değişeli çok oldu. Yok, nerde çocukluğumuzdaki kışlar klişesi yapacak değilim. İnsanın gençliğine, çocukluğuna dair nostaljik düşüncelerini çoğu zaman sorunlu bulurum. Genelde zihnimizde o dönemler iyi yanlarıyla kalıyor, çekilen acılar, sıkıntılar sanki hiç yaşanmamış gibi davranmayı tercih ediyoruz. Kışı artık ya tam anlamıyla bir eziyet olarak ya da bir eğlence aracı olarak görüyoruz. Ortası, ortası çok az neredeyse yok. Zaten genel anlamda hayatımızın ortası da pek kalmadı. İki tarafı da keskin bir bıçağın uçları gibiyiz. Sürekli siperde karşı tarafa hamle yapabilmek için hazır bekliyoruz. Şimdi kış deyince, insanların bir kısmı akıllı telefonlarında önümüzdeki 15 günün hava durumuna bakıyorlar, sıcak kombili evlerinde yarın hangi montunun altına hangi bot ya da çizmelerini giyeceklerini düşünüyorlar. Okullar tatil olup olmadığı bile valinin Twitter hesabı üzerinden takip ediliyor. Şimdiki öğrenciler Kon TV’de alt yazı çıkacak mı diye heyecanla beklemek zorunda kalmıyorlar, daha da trajikomiği okulun tatil olduğunu okula gittiklerinde öğrenmiyorlar.
Kış nedense yaşanması gereken değil de, geçmesi beklenen bir mevsim olarak görülüyor. Eskiler boş yere kış zengin mevsimi dememişler. İnsanların büyük bir kısmı hasta olmak mı kombinin sıcaklığını yükseltmek mi düşüncesi arasında gidip geliyor. Çünkü gerçekten hakkını vererek bir sıcaklığa ulaşmanın bedeli abartısız 500 lira… Bu bedeli ödeyecek durumu olmayanlar aman salonu, mutfağı kapatalım, üç petek çalışsa yeter diyerek ısınmakla üşümek arasında bir sıcaklıkla aylık 150-200 lira arasında idare etmeye çalışıyor. Çalışıyorlar ama etraftan, komşularından laf yemekten de kurtulamıyorlar.
Geçenlerde ismi lazım değil biriyle konuşuyordum arkadaş şöyle dedi; “Altımızdakiler sadece bir odayı yakıyorlar galiba. Belki de hiç yakmıyorlar. Onları yüzünden evi ısıtamıyorum, dünyanın faturasını ödüyorum, insan bu kadar da cimri olmaz ki?” Belki de adamların durumu yoktur kimse imkânı varken şu soğuklarda cimrilik yapmaz dedim. Bırakın alt komşumuzun durumunun olup olmadığını, çoğu kalabalık apartmanlarda alt komşunun kim olduğunu bile bilmiyoruz ki. Ondan sonra peşin hükümle en kolay yolu seçip cimri ilan ediyoruz. O arkadaşa herkes sizin gibi karı-koca çalışıp, aylık eve 8-9 bin lira maaş getiremiyor da diyemedim doğal olarak…
Konya’da yüksek gelen doğalgaz faturaları yüzünden doğalgaz bağlantısı olmasına rağmen yeniden soba yakılmaya başlanan o kadar çok ev var ki. İmkân içinde imkânsızlık diye işte buna diyorlar. Böyle insanları gördükçe nedense kış romantizmine giremiyorum. Amacım ajitasyon yapıp ucuz yollu popülizmin peşine düşmek değil, sadece ortada bir de böyle bir hakikat var demek. Gerçi toplumun bir kısmı her şeyden kısa zamanda sıkıldığından bu fakir edebiyatı da artık sıktı der için içinde sıyrılır. Memlekete dair bir şeyler konuşuluyor, Suriye meselesi diyorsun, ücretli poşet diyorsun aldığın cevap değişmiyor; “Ya bırak sıktı artık o konular geçen gün bir video görmüştüm gel sana onu göstereyim…”
Artık sırf sosyal medyada daha fazla beğeni alsın, paylaşılsın diye yapılan kardan adamlar bile türlü şekillere sokuluyor, tersten yapılıyor, sürekli değişimin peşinde koşuluyor. Her fotoğrafta iş başka bir boyuta taşınıyor. Bir sonrasında acaba nasıl saçmalayacaklar diye düşünüyoruz ama gerçekten işin sonu gelmiyor. Yazı bu haliyle sıkıcı oldu, en iyisi yazıya noktayı koyup, pencere önünde kar, kitap kahve üçlüsünü aynı kadraja sığdırıp sosyal medyada paylaşıp kendime geleyim(!)
***
10 Ocak çalışan gazeteciler günüydü. Oda başkanından siyasetçisine kadar birçok kesimden insan senede bir günde olsa gazetecileri hatırladı, günün anlam ve önemine binaen konuştu. Basınımızın özgürlüğü ve gelişiminde sıkıntı yokmuş, öyle diyorlar(!)