Karanlık

Hakan Bahçeci

Hangi karanlığın daha ağır ve daha acımasız olduğunu nasıl fark ederiz? Karanlıktan korkanlar, aydınlığın ve ışığın kıymetini daha mı iyi bilir? Karanlık sadece güneşin yokluğu mudur? Güpegündüz karanlıkta kalanların sadece gözleri mi kördür? Yoksa karanlık gözlerimizi kapattığımız an mı başlar?

Farkındayım, mevzuya dair çokça sual ve çokça mecaz var. Oysa ben bizzat karanlıkta kalmanın verdiği çaresizliği düşünerek tespit etmiştim yazının başlığını.

Yaşadığınız şehrin tüm elektrikleri kesilmiş olsun, sokağa çıkmak da yasak ve tehlikeli diyelim, yetmezmiş gibi evde ekmeğiniz, azığınız, kışlığınız da tükenmiş… Üstüne üstlük tepenizde uçuşan uçaklar ve nereye ne zaman düşeceği belli olmayan bombalar… Gün bitip gece başlayınca tasvir ettiğimiz bu sahnenin ne derece vahim, acımasız ve daha zor olduğunu tahmin etmek güç değil.

Karanlık çökünce bir şehre, sabahı nasıl bir gün karşılayacak bizi kestirmek zor ama Filistin gibi bir yerdeyseniz uyanacağız bir sabah bile olmayabilir. Tüm siyasi, politik, coğrafi ve tarihi tartışmaları kenara koyarak söylüyorum; bu acımasız, bu ilkesiz, bu kuralsız savaş hangi karanlık zihniyetin ürünüdür? Karanlık işler deyimi bizde kem ve bet işler için kullanılır; karanlık işlerin çevrildiğini tüm dünya biliyor da karanlıkta göz kırpmaya nasıl da devam ediyorlar değil mi?

Savaşın da bir hukuku ve ahlakı var. Bunu biliyor ve kabul ediyoruz. Misal çocuklar ve kadınlar, yaşlılar ve hastalar hiçbir zaman hedefe konmaz, siviller üzerinden çarpışılmaz. Şimdi dönüp bakınca meydan savaşlarının “savaş ahlakı” anlamında bugüne göre karanlık olmadığını kabul etmek gerek sanırım.

Karanlık demişken; karanlık çoğunlukla gece vakti çöker. Gece örtücüdür, göstermez. Saklanmak için de uygundur. Görüş zayıflar ve azalır. Karanlık, gizli ve sinsi yapılan işler için de uygun bir zemin hazırlar. Renkler kaybolur, gözler kısılır, yüzler silikleşir. Filistin topraklarında karanlık işler çeviren ve karanlığı fırsat bilen dünya sisteminin sahipleri, acımasız ve kaygısız bir düzen peşindeler. Terörist devlet, ne zaman aklına esse ilk olarak elektrik ve suyu kesmekle başlıyor zulmüne.

Karanlıkta kalmış bir şehirde, mum ışığıyla etrafını görmeye çalışan bir evde, sabahı görür müyüm acaba korkusu ve dehşetiyle yaşamak nasıl bir iz bırakır yürekte?

Karanlık işlerin karanlık elleri üzerlerine düşeni yapıyor, yapmaya devam edecek. Aynı karanlığın tesiri ve çemberinden kurtulamayan sözde hümanist ve hoşgörü sahibi devletler, kurum ve kuruluşlar, karanlığın da yardımıyla göze gözükmemeyi tercih ediyorlar.

İslam ülkeleri de yeterince kurtulmuş sayılmaz karanlıktan. Varmış gibi yapanlar da var, gecenin karanlığında arka sokakta iş çeviren de. Meseleye sıradan bir devlet işi, uluslararası politik bir kriz gibi görenlerin de karanlık bir zaviyeden baktıklarını fark ediyoruz. Peki ya, önce insan, sonra Müslüman olarak, durduğumuz yer, edamız, tavrımız karanlıktan ne zaman çıkıp ben de buradayım diyecek?

Karanlık, bomba seslerini örtmeye yetmiyor, aynı karanlık görüp görmezden geleni saklamaya da yetmeyecek. Karanlığı fırsat bilip ortadan sıvışanları da göreceğiz gün aydınlanınca. İnsan hakları savunucularının kimi nasıl savunduğunu da karanlık bile saklamıyor artık. Onlar karanlığın temsilcisi ve sevk edeni olabilirler. Lakin karanlığın da aydınlığın da sahibi tek ve birdir. Netice ve gidilecek yer onundur.