Bize sevmeyi lütfeden Allaha şükürler olsun, dostların memnuniyeti için şükürler olsun; varlığın için şükürler olsun; içini doldurmaya çalıştığım sıfatlar için şükürler olsun; kaleme, kâğıda, yollara, dağlara, ormanlara, türkülere ve sevgine şükürler olsun.
Konuşana kadar yapabilir, konuşana kadar yazabilirim. Ki konuşurken sesime sinen gözyaşlarımı saklamam zor, yazdıkça saklanıyor olduğum zamanlarım var.
Dün gitmedin, bugün yanımdasın, yarını bilmiyorum. “Bu kadar iyi kalpli, bu kadar asil, bu kadar merhametli olmasaydın” çoktan giderdin.
Zaman hepimiz için zamandı ve her birimiz çok şey öğrenerek yaşıyor ve yaşlanıyorduk. Bazen on beşinde genç bir kız, yeni yetme bir delikanlı oluyorduk aynaya bakarken. Anıları, şımarmalarımızı, türküleri, “parmağına konan uğurböceğini” hatırlayıp hüzünden gülümsemeye gidip geliyor, “o günlerde dümdüz ve yemyeşil olan dünya haritasının gerçek olmadığını öğrenmiş olmanın duygusal hüznünü…” yaşıyorduk.
Sevmiştik. Sevilmiştik. Şairin, “ Bir çakıl taşı ısınır içimde” dediğini bilmiyor ancak bir çakıl taşını ısıtıyorduk. Bir yarım bakış, mahcup bir söyleyiş, çok şey ifade ediyordu. Bir tebessüm, bir sarılış, titreyen parmaklarla yazılmış birkaç satır kayıp hazinelerin anahtarı oluyordu.
Tebessüm et ki ayrılığın acısı hafiflesin dediğinde içimden şunu demiştim: “Ey kervancı! Leyla’mı nereye götürüyorsun?”
Gidersen; yazıyı, Nisan yağmurlarını, merhameti, sabrı, annemi, şiiri, kırmızı bir tülbendi, çiçekleri, özlemi ve sevgiyi çoğaltmaya gidersin.
Güneşin etkisini ona bakmadan hissederiz. Teklifsiz sevenler de işte o bakmadan, görmeden, dokunmadan hissettiğimiz güneşe benzer Dağlım. Hem güneş ne kadar uzak olabilir ki?
Şimdi seninle Maçka’nın dağlarına doğru yürüsek, şimdi seninle aynı dili konuşmayan ancak birbirini özleyenler olsak, şimdi seninle türkü söylesek, şimdi seninle karadut toplasak… Şimdi telkâri bir halhalın işveli şıngırtısı, şimdi dört bucağın hoş kokusu… Şimdi seninle…
Kalbimizden daha çok gözlerimize ve kulaklarımıza iman ettiğimiz için yalnızca gördüklerimize ve duyduklarımıza inanır olduk. Oysa çok zaman duymadığımız sözlerin söylendiğini de hissederdik, eğer ki kalbimizden uzak düşmemiş olsaydık.
Uyuduğumda uyanan rüyalarımı beklemiyorum artık. Seni sevince, gönlüm kış uykusundan uyandı Dağlım.
Anılar ısrarla yolumu kesiyor. Oysa seni sevmek armağanlara boğulmaktan başka bir şey değildir.
Kara tahtaya, beyaz tebeşirle adını yazıyor ve sesleniyorum: Kına gibi, çiçekler de güzelleşsin avuçlarında.