Kış bu sene erken bastırdı. Ben Konya’ya Kasım ayında kar yağdığını hiç görmedim. Aslında zaten yıllardır bırakınız Kasım ayını, bir kış kuru soğuk oluyor ve kar yağmıyordu. Kar yağsa da karın tadını çıkaramıyorduk, kuru ayaz iliklerimize kadar üşütüyor ve dışarı çıkmaya korkuyorduk. Karı çocukluğumdan kalma hislerimle çok fazla sevdiğimi saklamama gerek yok. Ben köyde büyüdüm; köyde bize kar demek, oyun demekti. Köyün hemen karşısındaki tepeye çıkar ve tadına doyum olmayan bir keyifle oradan köye doğru yağan karda kayardık. Saatlerce bu kayma oyunu devam ederdi. Vücudumuzda ıslanmayan tekbir nokta kalmayıncaya kadar kayardık, kayardık, kayardık. Tabii zavallı anneciğimiz bizim hastalanacağımızdan korkup o kalabalık çocuk topluluğunun yanına bizi almaya gelir ve genelde de onu kandırmayı başararak bu tadına doyum olmayan oyuna devam ederdik. Lapa lapa yağan karı hatırlıyorum. Evimizin küçük penceresinden saatlerce o hülyalı görüntüyü izlerdim. Kar başladığında bilirdik ki köyün şehirle bağlantısı olan yol kapanır ve genelde de elektrikler kesilirdi. Tabii o yıllarda köylerde televizyon ve telefon olmadığı için birkaç hafta köyün dünya ile olan bütün bağları kopardı. Aslında dünya ile bağın kopmasından da kimse rahatsız olmazdı hayat hep aynı tadında devam ederdi. Geceler karanlık ve çok uzun olurdu. Ben çocukluk yıllarımda korkak bir çocuk olmama rağmen o loş uzun gecelerden hiç korkmazdım. Geceleri genelde büyükler bize masal anlatırlardı. Bir Ahmet Amca vardı, ne kadar güzel masal anlatırdı. Genelde köye uyarlayarak masalları anlattığı için ben anlatılanların gerçek olduğunu düşünürdüm. Zaman zaman hala o masalların büyülü dünyasında yaşarım. Çocukluğumda yağan karların evin boyunu aştığını çok iyi hatırlıyorum. Babam öncelikle toprak damın akmasından korktuğu için damdaki karları kürüme telaşına düşerdi. Ilgın kömürünün ısıttığı evde doğrusu biz hiç üşümezdik. Birde su doldurma sorunu vardı ama büyükleri sıkıntıya sokan bu konular bizim çocukluğumuzun neşesini bozamaz, aklımız dışarıdaki karda nasıl oynayacağımız yönünde kurduğumuz planlarda olurdu. Ah çocukluk, kimse düşmanımız değildi, herkes kardeşimizdi. Biz küçük olduğumuz için kendimiz kayık yapamazdık, genelde ben dayıma yaptırırdım, beni kırmazdı ve bana göre büyük bir hüner gösterir o kayığı yapardı. O kayıklarla tepeye çıkar ve o eşsiz keyfi yaşamaya başlardım. Şimdi gözlerim yaşararak bunları düşünüyor ve yazıyorum, ah yıllar ne çabuk geçiyor, bir de bakıyorsunuz, doğduğunuz yerden bin yıl uzaktasınız. Köy kahvelerini hatırlıyorum, insanlar çay içerlerdi, daha o yıllarda köy kahvelerine televizyonlar gelmemişti. Köydeki aile dostları akşamları bize gelirler ve bazen de biz o dostlarımıza giderdik. İnsanlar konuşmaktan ve gülmekten hiç bıkmazlardı. Saatlerce sohbetler devam eder, insanlar güler konuşur, eğlenirlerdi. Sonra köye televizyon geldi, derken kahvehaneye renkli televizyon geldi dediler, bir de video gelmişti. Artık insanlar istedikleri zaman istedikleri filmi izleyebiliyorlardı. Değiştikçe değişti zaman ne o eski karlar kaldı, ne o eski bitmek tükenmek bilmeyen enerji ile karda oynadığımız günler. Ben sonra köyü öylece bırakarak ayrıldım hem köyden hem çocukluğumdan ve Konya yılları başladı. Hiç çocukluğumuz yaşanmamış gibi sıkıntılarla örülmüş uzun yıllar. Şehrin sokaklarında kar taneleri savrulurken üşürdüm, üşürdüm, üşürdüm. Tabii şimdilerde Konya’da da üşümüyorum ama şimdi de kar yağmıyordu. Sanki kaybolmuş bir zaman çocukluğumuz ve belki artık bir daha karlar eskisi gibi yağmayacaktı. Bu sene karı izledim ve bana geçip giden yılları hatırlattı ve hala belki içimde kendimin, benim olduğumu hatırlattı. Dünya değişiyor. Belki de değiştiği bir safsatadır, belki hüznün kıyısında gezinmekle insan kendisinin kıyısında gezinmesini yaşıyordur. Siyaset yok, ekonomi yok, para yok, yalan yok, riya yok, sadece biz varız ve kaybolmadığına inandığımız ruhumuz. Başka neye ihtiyacımız var ki? Bütün tatlar en güzel halleri ile orada değiller mi? Yalan yazıyorsa bütün yazılar ve belki de her şey yazılmışsa ve yazılan hiçbir şey insanlığı etkilemiyorsa bence durmalıdır orada muharrir ve çekilmelidir yavaşça insanların dünyasından kendi âlemine. Ben umutluyum, biliyorum bir yerlerde hala o insanlar yaşıyor ve aslında o insanlar var olduğu için hala bu hayat yaşamaya değiyor.