Bu haftaki yazımızın konusu Osmanlı tebaası olmaktan çıktığı günden beridir kanayan bir yara olan büyük devletlerin oyuncağı olmuş ve yaklaşık yüz yıldır birbirine düşman edilerek sömürülen Ortadoğu’yu sizlere izah etmek istedim . Tarihi boyunca Ortadoğu’yu birleştiren, kendi içinde huzurlu olmasını sağlayan, tek kuvvet Osmanlı olmuştur. Osmanlıdan sonra Ortadoğu ölüm ve kargaşanın hüküm sürdüğü bir coğrafya olmaktan kurtulamamıştır. Bugün Orta Doğu’yu barışa götürecek yol, İslam dünyasının kendisiyle barışmasından geçmektedir.
İngilizler, Osmanlı’nın varlığını ortadan kaldırmak için 18. asırdan itibaren başlattıkları casusluk ve misyonerlik faaliyetleri ile Osmanlı devletinin Orta Doğu’da oluşturduğu barışı bozmayı hedefliyordu. Amacı, hem Osmanlı’yı ortadan kaldırmak, hem de İslam’ı yok etmekti. Orta Doğu’ya gönderilen Lawrens gibi misyoner casuslar, her ortamdan istifade ederek, Osmanlı devletine karşı muhalifler yetiştirerek ve özellikle ihtilaflardan yararlanarak Ortadoğu’nun bu günkü temeli atılmıştır. Bölgeye baktığımız da ülkeler ve bölgeler arası gerilimler, mezhepsel çatışmalar, askeri ve ekonomik sorunlar, enerjiden pay alma rekabeti, uluslar arası sermayenin Ortadoğu’yu pazar görerek çatışmaları büyüterek devam ettirmek istemesidir. Değişen tek şey bölgeyi önceleri elinde bulunduran İngiltere’nin yerini Amerika’nın alması ve üstüne Batılı devletler ile birlikte İran ,Çin ve Rusya gibi doğu bloku ülkeleri eklenerek bölgeyi santranç tahtasına çevirmişlerdir.
Genel anlamda İslam Dünyası, özelliklede Arapların kendi aralarındaki iç ihtilafları ve mezhep kavgaları , bölgede söz sahibi devletlerin (batı medeniyetinin) bölge üzerindeki çıkar ve güç çatışmaları, petrolün enerji alanındaki öneminin artması ile İran, Çin ve Rusya gibi diğer güçlü devletlerin Ortadoğu enerjilerinden pay alabilmek için yaptığı mücadelelere sahne olmaktan kurtulamamıştır. Arap liderlerinin taht kavgaları ile meşgul olmaları ve bölgede barışı yeniden tesis edebilecek İslami çerçeveden yoksun bir Orta Doğu manzarası içermesi . Bunlar yetmezmiş gibi birde mezhep çatışmalarının körüklenmesi ve DAEŞ terörü bölgede huzurun ve barışın altına konan en tehlikeli dinamit olarak karşımıza çıkmaktadır. Orta Doğu’nun bugünkü durumu hakkında söylenecek çok fazla söz vardır, ancak farkında olmamız gereken husus Ortadoğu sorunun temelinde yatan Filistin sorununun bir oyuna kurban edilmesidir. İsrail-Filistin arasında olan mesele Ortadoğu’nun en temel sorunu olduğunu unutmamız gerekirken mezhep savaşı tehlikesini konuşur olmamız gerçekten önemli bir durumdur. Irak devletinin Askerleri topraklarındaki DAEŞ terör örgütüne koskoca Musul vilayetini silahları da bırakarak savaşmadan teslim etmelerini konuşmamız gerekir, şimdilerde Irak da peşmerge ve Iraklı Araplara Askeri eğitimde yardım eden Türk Askeri birliğinin Musul daki varlığından rahatsız olması ve Birleşmiş Milletlere şikayet etmeleri ve akabinde Daeş terör örgütünün buradaki birliklerimize saldırması ve İran’ın tarihsel alışkanlığı olan şia mezhepsel ayrımcılığını daha güçlü şekilde ortaya koyması Ortadoğu’da varılan kirli ittifakları göstermektedir. "Onların bir planı varsa, Allah'ında bir planı vardır."