Kanaatkâr olmak

Dr. Ramazan Tuzla

90’lı yıllarda bir radyo programında şu sözü duymuştum:

Kanaatkâr olmak, eline geçen ile yetinmek değil, eline geçen ile geçinmektir.”

O programdan hatırladığım yalnızca bu sözdür. Bu sözün etrafına nelerin bina edildiğini hatırlamıyorum.

İlk bakışta her iki sözün de birbirinden farkının olmadığı düşünülebilir. ‘Yetinmek’ de aynıdır, ‘geçinmek’ de aynıdır denebilir.

Bugünkü idrak ile bu söze baktığım zaman, ‘yetinmek’ ile ‘geçinmek’ arasındaki farkı görmemek mümkün değildir.

İkisi arasındaki fark âdeta siyahla beyaz arasındaki fark gibidir.

‘Yetinmek’, normal şartlarda masum görünüşlü bir tavırdır ve sıcak da bir kelimedir. “Senin hissene düşen bu, idare etmelisin” ile aynı sokağın çocuğudur.

Şimdilik nasibimiz bu kadarmış, ilerde belki daha fazla olur’ temennisi, ‘yetinme’nin içinde saklambaç oynayan hırslı bir çocuktur.

Bu çocuğun gözü dışarıdadır.

‘Yetinme’de hep bir beklenti vardır; verilenin arkasından bakmak gibi bir alışkanlıktır bu beklenti.

‘Yetinmek’, yenilere yeltenmek ama bunu dillendirmemektir bir anlamda.

‘Yetinmek’te şükür şarta bağlanmıştır.

Gelelim ‘geçinme’ye.

‘Yetinme’nin karşısına ‘geçinme’yi çıkardığımız zaman, karanlığa ışık tutmuş oluruz. ‘Geçinme’, şükrün diğer adıdır ve ‘yetinme’den daha tecrübeli bir bilgedir.

‘Geçinmek’, ‘nasibimiz bu kadarmış değil, nasibimiz budur’ demektir. Beklentisizliğin en güzel tezâhürü ‘geçinmek’tir.

‘Geçinmek’, şükretmektir; şartsız ve şeksiz şükretmektir.

Kanaat etmektir verilene ve ‘geçinme’nin gönlü de toktur, gözü de.

Kulağımıza küpe olması gereken hassasiyeti tekrar edelim:

Kanaatkâr olmak, eline geçen ile yetinmek değil, eline geçen ile geçinmektir.”

Toplumumuz, kanaatkâr insanlara her zamankinden daha çok ihtiyaç hisseder durumdadır ve kanaatkâr insana verdiği kıymeti, seçimi ile ortaya koymuştur.

Özellikle, paranın kıymetsizliğine kıymet veren insanların çokluğu, bu milletin en önemli kıymetlerinden biri olacaktır.

Eline geçen ile geçinen insanlar, milletin gönül kapısından geçerek yerlerini almaktadır. Millet olarak bu insanların sayısını artırmak zorundayız.

Şunu da hatırlatmakta fayda var:

Tembelliğimizi kanaatkârlık perdesi ile örtmeye çalışmayalım.

Tembellik başka şey, kanaatkârlık başka şeydir.

En küçük bir imâya dahi yol açacak işlerin içinde bulunmamak, hassasiyetin sırçalı köşküdür. Milleti yönetmeye talip olan insanların, bu sırçalı köşke karşı vazifeleri daha ağırdır.

Milletin teslim ettiği emâneti, gözü gibi koruyacak insanları közden koruyacak hassasiyet,  işte budur.

26 binden fazla vakıf kurmuş bir medeniyetin varisleri olarak bize yakışan, vakıf kültürünü yaşatabilme adına kanaatkârlığı bende edinmektir.

Milletin teslim ettiği emâneti koruma adına, belediye başkanlarımıza vakıf insanı olma sıfatının daha çok yakışacağını da söylemeden geçmeyelim.

Bu bölüm de, bizden olsun:

Bize, yüzüncü yazımızı yazmaya sağlık ve imkân veren Rabbimize hamdolsun.

Nice temiz ve ak yüzlere İnşaallah.

Duânızı eksik etmeyin efendim.