Kamu yönetimi son bir asırda çok ciddi şekilde değişti, dönüştü. 20. asrın başında ‘profesyonelleşsin, keyfilikten kurtulsun, standart yapı ve işleyiş ortaya koysun’ diye planlanmıştı. En büyük kaygı vatandaşlar arasında adaletli hizmet sunulması ve kabul edilebilir kriterlerin hâkim kılınması idi.
Lakin özellikle son 30 yıllık dönemde bu fikir olağanüstü şekilde değişime uğradı. Yukarıda sıralamış olduğum kaygı ve önceliklerinin tam da aksi uygulamalar tercih edilir hale geldi. Standartlaşma yerine farklılaşma, profesyonelliğin kişisel talep ve istekleri de içinde barındırır şekle bürünmesi gibi düşünceler taraftar bulmaya başladı.
Farklı ihtiyaçları bulunan insanlara yüce bir değer gibi sunulan standartlaşma adına aynı muamele göstermenin bir mantığı yok. Et yemeyene et, ot yemeyene ot vermek gibi bir durum ortaya çıkmıştı. Şükür ki çoğulculuk fikri ve farklılıklara saygı gibi düşünceler ön plana çıkmaya başladı.
Bugünün yöneticisi klasik, makamına kurulan ve buyurgan bir edayla ‘devlet ciddiyeti bunu gerektiriyor’ maskesi arkasına saklanarak olaylara ve gelişmelere edilgen bir tavırla yaklaşan insan tipi olamaz. Gittiği yerin ihtiyacına ve durumuna göre hareket edecek, karşısındaki ile hemhal olacak yönetici tipi makbul bugün.
Tabii ki anlayana…
Devlet ‘ciddiyeti’ ve devlet ‘buyurganlığına’ aşırı derecede iltifat edenler buna itibar etmez. Devlet adına milleti, toplum adına bireyi feda etme ön kabulüyle insanlara olmadık zulümler yapmanın yegâne yoludur bu.
Günümüz yönetici tipinin en makul örneği olan Cumhurbaşkanımız büyükle büyük, küçükle küçük olabiliyor. Cenaze evinde aşır okurken, düğün evinde seslendirilen şarkıya tempo tutabiliyor. Vatandaş neyse o, yani.
Milletimiz bundan dolayı Cumhurbaşkanını çok sevdi. Kırmızı ışıkta geçip, geçmediğine bakmıyor. Kendisi gibi mi olsun, yoksa birilerinin istediği gibi dar kalıplara mı sığsın sorusuyla ilgili cevabı malum kamuoyunun.
Devletin başı böyle olunca aşağı kademelerin de ona uygun davranmaları gerektiği sonucunu çıkarabiliriz. Yorgunluktan bitap düşmüş durumda olan mevcut Cumhurbaşkanımızı örnek almadan yedi yıl boyuncu hiç yurtdışını çıkmayan, Şeb-i Arus törenlerine bile katılmaktan imtina eden Sezer gibi tiplere yer yok artık.
Devletin ve milletin menfaatlerini içeride ve dışarıda savunmasını istiyor. Orada, öylece oturup kalmasına gönlü razı değil.
Dolayısıyla valisinden, belediye başkanından ve rektöründen aynı davranışı bekleme hakkımız bulunuyor. Şehirleri, kurumları ve hizmet ettikleri kitleleri için gecelerini gündüzlerine katıp çalışacaklar, çabalayacaklar.
Bu belki birilerini rahatsız edebilir. Çok geziyor, çok çalışıyor eleştirileri yöneltebilirler. Olsun, sonuçta ‘kervan’ yürüyor. Yürümesi de gerekiyor.
Yoksa, Cumhurbaşkanımız otursa Külliye’de gününü gün etse herhalde eleştirilmeyecek. Meyveli ağaç taşlanıyor. Taşı kim atıyor, ona bakmak lazım. ‘Acaba bir menfaatleri, haksız talepleri yerinde gelmedi mi’ diye düşünmek en doğrusu.
Zira etrafta iş takipçisi, güç simsarı, menfaat tacirleri bol miktarda mevcut. Bunları taşlamaya vakit ayırsan, salavata zaman kalmayacak.
Bu tipler Aziz Nesin’in Zübük adlı kitabında tasvir edilenden farksız: ‘İt kervanın arkasında yürürken, dönüp gölgesine bakar ve kervanın gölgesini kendisininki zannederek, övünürmüş’. Burada tasvir edilen kervan ve malum hayvan durumdan vazife çıkarmalı.
Zübük’ler almış yürümüş. Etrafa nizamat vermekte. Konunun muhatapları her şeyin farkında, ama ya efendiliklerinden ya da gününün gelmesini bekliyorlar.
Yönetici çaba sarf etsin. Çalışsın. Aktif olsun. Başarıyı arasın.
Yapanlardan Allah razı olsun.