KALİBRE MESELESİ

Prof. Dr. Fatih Mehmet Öcal

Her demokratik ülkede siyasetçiler, kendi ekonomi politiklerini daha iyi hale getirmek için mücadele ederek döngüsel bir ritim tutturmaya çalışlarken, aynı zamanda küresel ölçekte dönen ekonomi, politik, sosyal ve toplumsal sirkülasyona karşı da çözüm, öneri ve önlem getirmek zorundadırlar. Devekuşu misali başını kuma gömerek, salt tek başına politikalar kurgulayıp başarılı sonuçlar beklemenin üzerinden, en iyimser yaklaşımla çeyrek yüzyıldan fazla bir süre geçti. Artık günümüz, dünyanın neresinde olunursa olunsun her ülkenin her konuda müdahil olmasını gerektirmektedir. Burada önemle üzerinde durulması gerekli konu, görüş bildirilen gelişmeler hakkında ne derece etkin ve yetkin olunduğudur. Yani herhangi bir alanda ülke yetkililerinin görüşlerinin estirdiği rüzgarın şiddeti aynı değildir. Örneğin Trump’ın Brüksel’de yapılan NATO zirvesinde özellikle Almanya olmak üzere Fransa ve tümden NATO’nun geleceğine yönelik konuşmaları, dünya kamuoyunun gündeminde ilk sıraya yerleşti. Tıpkı Bernanke, Yellen ve şu an Powell’ın başkanlığını yaptığı FED tarafından alınacak ve açıklanacak kararların başta finans kesimi olmak üzere reel kesim tarafından pür dikkat takip edilip incelenmesi tesadüf olmasa gerektir. Günlük alışverişlerde dünyanın her tarafında işlem yapılabilen konvertibl paralarından en önemlisi (dolar, euro, yen, yuan, sterlin, Kanada doları, İsviçre frankı) ve hatta şu an dünyada kabul gören iki rezerv parasından birincisi konumundaki dolara sahip olması da rastlantı değildir. Trump’ın ve Powell’ın gücü boyundan, fiziğinden değil arkasında temsil ettiği üretim ve finans sektöründen gelmektedir. Tek başına dünya ekonomisinin yaklaşık dörtte birini meydana getiren bir ülkenin, dünyanın en etkin merkez bankasına sahip olması ve bunların yöneticilerinin de, dünya üzerindeki her olay, konu ve gelişmede görüşlerinin kabul görmesinden daha doğal bir sonuç beklenemez. Dünya üzerinde etkin, sözü dikkate ve ciddiye alınan siyasetçilere bakıldığında, hepsinin küresel ekonominin lokomotifi ve önde gelen ülkelerin liderleri oldukları görülecektir; ABD Donald John Trump, Almanya Angela Merkel, Rusya Vladimir Vladimiroviç Putin, Fransa Emmanuel Macron, Theresa May İngiltere ve bunlar kadar bilinmese de Japonya Şinzō Abe ile Şi Cinping gibi.

Bu vakitten sonra dünya gelecekte; barış, refah ve huzur ortamına mı, yoksa kaos, çatışma ve savaş topuna mı dönüşecek sorusunun cevabı, yukarıda sıralanan ülke başkanlarının çıkarları için mücadelelerini ne yönde ve ne kuvvette yapacaklarıyla yakından ilişkilidir. Gelişmiş ülkelerle (ABD, Almanya, İngiltere, Japonya, Fransa vb.) küresel pastadan daha fazla pay kapma sevdasındaki gelişmekte olan ülkeler (Çin, Rusya vb.), geri ve gelişmekte olan ülkelerin emtialarını ele geçirme üzerine bir politika peşinden koşarlar ve tekel konumunda oldukları medya gücünü kullanarak çeşitli bahanelerle bunu sağlamaya çalışırlarsa, iyimser bir beklenti herkes için hayalden öteye geçmeyecektir. Emtiaların göreceli de olsa adil bir dağılımını esas alan bir yaklaşım, tüm ülkelerin kazançlı çıkacağı bir sonuç doğuracaktır. Gelişmiş ülkelerin genel doğular üzerinde kendilerine hareket alanı oluşturmaktan vazgeçip, her ülkenin ekonomi, siyasi, toplumsal değerlerini ortak payda alan politik yaklaşımları tercih etmeleri, dünya ekonomi ve siyasetinin istikrarının sağlanmasında öne çıkan en önemli unsurdur. Tersi durumda her ülkenin kendi gücüne göre, karşı iktisadi ve siyasi yaklaşımlar sergilemesinden daha doğal bir şey olamaz. Durum bu noktaya geldikten sonra küresel boyutta, iktisadi yavaşlama ve istikrarsızlık, sosyal ve toplumsal çalkantılar tüm ülkelerin kaderi haline gelmektedir.

Dünya yüzeyinde ortaya çıkan spontane durumlar, herhangi bir ülkenin kendi iç dinamiklerini kolaylıkla etkileyebilmekte hatta boşa çıkarabilmektedir. Türkiye olarak yeni yönetim sistemine girildiği şu günlerde, ileri teknoloji temelli imalat sanayi üretimini geliştirecek kararlar alınıp eylem haline dönüştürülmelidir. Haklı olmamıza rağmen görüşlerimizin dünya kamuoyunda kabul görmesi ve destek bulması için, bu değişimin başarıya ulaşması şarttır. Yeni sistemden başta ekonomi olmak üzere tüm alanlarda, kurumların işlevinin ve verimliliğini artırılmasına yönelik uygulamaların hayata geçirilmesi beklenmektedir. Buda toplumu baskılamadan, ötekileştirmeden, sınıflara bölmeden gerçekleştirmek kaydıyla. Asıl kaybeden bu politikaları uygulayan siyasetçilerin değil, Türkiye olacaktır.

 

Soru: İktisadi kriz, siyasi krizin habercisi midir? Neden?

Sözün Gözü: Zalim, kendi yetersizliğini örtmek için başkasına iftira atan kişidir.