Dağlım, saklı çiçeğim…
Konya’dayım. Saatlerin su gibi akıp gittiği zamanlar yaşadım. Dalıp gittim. Sevmiş ve gönlü incinmiş bir kuşla sohbet ettim. Sahaflardan kitap aldım. Çoğunlukla, rengi hüzün olan, hikâyeler dinledim. Bir kısım insanlar için sabun köpüğü kadar hükümsüz olan “seni seviyorum” cümlesi, bir kısım insanlara da ağır bir yüktü, bu cümlenin ağırlığından yürekleri eziliyordu. Oysa sevgi yüzümüze ışıltı ve gönlümüzü genişleten olmalıydı. Kanatları canlı, güvenmeye ve uçmaya hazır, ürkek bir kuşun, gelip avucumuza konabilmesiydi sevmek. Dersler aldım, unutmalar, başı öteye çevirmeler, görmemiş davranmalar gördüm.
Kendime; ayağını denk al, koca bir hiçsin, hiç bir numaran yok dedim. Çok konuştum. Çok bekledim. Yanıma yeni sorular, yeni yüzler aldım. Yeni hasretler. Kalbimiz, irice çakılların olduğu bir derede kendini suyun akışına kaptırmış durumda. Taşlara çarpıyor, çarptıkça inliyor. Bir çiçek boy veriyor. Bir çiçek soluyor. Kalplerimiz birbirine çarpıyor ve uzaklaşıyor birbirinden. Sevmek; ağırlığımızı, kalibremizi, dünyada durduğumuz yeri gösteriyor.
Yine de sevmek kurtaracak bizi. Merhametle ve sarılmalarla güzelleşeceğiz. Çirkinliğimiz sabırsızlıktan. Kimsenin kapısını üç seferden fazla çalma İbrahim! Sabaha çıkaran Rabbime şükürler olsun.
Hotel Ney – Konya
“Gelişin bende hem sevinç hem hüzün bıraktı. Sevindim, çünkü bir dostu görmenin, muhabbetin, biz diyebilmenin, bulunduğumuz çağda onca çirkinliğin içinde güzel bir şey yapabilmenin huzuru vardı. Hüzünlendim, çünkü bu saydığım her şeyden mahrum kaldım. Yine de orda bir yerde var olduğunu bilmek güzel. Kendimi, asıl mesafenin iki kalp arası olduğunu söyleyerek teselli ediyorum. Kim bilir belki dün geçtiğin yollardan geçmiş ve ayak izine denk gelmiştir ayak izim. Işığın ve mürekkebin hiç bitmesin, aydınlık olmaya devam et. Muhabbetini de eksik etme benden.”
“Birini sevmenin, inanmanın, güvenmenin, aslında şu hayatta sahip olunan bütün her şeyin bir bedeli olduğuna inanıyorum. Yıllar yıllar önce... Şems de bunu biliyordu ki, bana bir dost vermene karşılık başımı veririm demişti Rabbine. Mevlâna'yı bulduğunda ise başından oldu.
Sevmenin, sevilmenin hesabını yapanlar var birde… Onlar ayrı.
Seni bedeli ne ise ve hesapsızca seviyorum.”
Yazdıklarını defalarca okuyup, gecenin ve seni özlemenin büyüsü ile yeniden yazmaya duruyorum. Bilmiyorum. Bildiğim şudur; bu günü düşünüyor, bu günü yaşıyorum. Yarın yok. Yarına kavuşursam yeni baştan severim. Belki de bencilim. Muhtemelen öyle. Olsun. Bencilliğimle, coşkumla, kelimelerimle yüreğine sığınıyor ve seni seviyorum.
Sevmenin, sevilmenin hesabını yapanlar var birde… Onlar ayrı.
Seni bedeli ne ise ve hesapsızca seviyorum.”
Yazdıklarını defalarca okuyup, gecenin ve seni özlemenin büyüsü ile yeniden yazmaya duruyorum. Bilmiyorum. Bildiğim şudur; bu günü düşünüyor, bu günü yaşıyorum. Yarın yok. Yarına kavuşursam yeni baştan severim. Belki de bencilim. Muhtemelen öyle. Olsun. Bencilliğimle, coşkumla, kelimelerimle yüreğine sığınıyor ve seni seviyorum.
Ağaç büyür, meyve verir, ben yetiştirdim deriz. Koşar, yorulur, birinci geliriz. Okur, yazar, diplomalar alırız. İçinde bedenimiz gibi aklımızın da olduğu bu kâinatta ki her şeyin asıl sahibini unutur, görünmek ve bilinmek… Övülmek ve sevilmek... Farklı ve başarılı olmak isteriz. Bütün her şeyin sahibi olan Rabbimizi unuturuz. İnsanın, insan olmasının temeli olan sevgiyi unuturuz. Hızlı, vitrinde, sesli ve rengârenk yaşar, sonra bir ara yanımızdaki her insan gibi bizim de kendimizi kandırdığımızı, gerçeklerden kaçtığımızı, yaşamayı geçiştirdiğimizi, kalbimizden uzak düştüğümüzü fark ettiğimizde insanlığın çok arkada kaldığını görür, bütün bunların bir rüya ve oyun olduğunu anlarız.
Dünden bu yana birbirinden uzak ne çok şey yazdım. Sildim sonra. Yeniden yazdım. Kararlar aldım. Vazgeçtim. Teslim olmanın zorluğunu yaşadım. Yemekler yedim de aç kalktım. Hüzün ile mutluluğun kardeş olduklarını bildim. Özledim…
“O uzun, çok yönlü, çok yokuşlu, çok ağrılı, bazen çok düz yolda bazı dönemeçleri geçemedim, gururuma takıldım, nefsime takıldım. Bazı duraklarda durdum, yorgunluktan değil kırgınlıktan. Bazı duraklarda durmak zorunda kaldım yorgunluktan değil kızgınlıktan. Devam edersem çok dalı kırmaktan haya ettiğim için durdum. Bazı duraklarda ikisini birden yaşadım. Bazen çok yönlü yolun yanlış sıfatı yemiş yollarına saptım, bunu bazen bilerek bazen bilmeyerek yaptım. Bilerek yaptıklarım, yolun güzelliğinden...”
“Tüm kızgınlıklarım, kırgınlıklarım, yanlış yollarım, aldanmışlıklarım, hüznüm, sevincim, umudum… Hepsinin içinde benimleydin. Varlığını her anımsadığımda şükrettim. Sonucum seninle aynı: Özledim. Çok özledim.”
Her gün yeni baştan öğreniyor, her gün yeni baştan sevmeye başlıyorum. Her gün bir fazlasını öğreniyorum sevmenin.
Sesimizle, bakışımızla anlaşırız. Sesimizde olduğu gibi kelimelerimizde de kelimelerden fazlası vardır. Sevenler bilir, asıl olan sevilmek değil sevmektir! Nasipli olan, zor olan, hissesi çok olan, gerçek olan, büyük olan, erdemli olan sevendir, sevilen –sevilmek- tüketmeye yöneliktir çünkü. Bir derenin usul usul akışı kadar doğal, hesapsız ve sevimli olmalı sevgilerimiz. Ummana doğru akışı olan su, kendinden bilmez güzelliğini, kendinden bilen yanılır. İnsan sebeplere sarılmakla ve ummana doğru “severek” akmakla yükümlüdür. Seviyor olmak, kibrimizi artırması bir yana hakikat yolcusu olduğumuzu hatırlatmalıdır bizlere.
Kalbimizdekilerin hepsi dilimize inmez, olsun, böyle de olmalı zaten.
Sözlerin yüreğime merhem, sözlerin özgürlük çağrısı.
Kalbin kalbimde büyüyor sevdiğim, kalbin kalbime emanettir.
Allah esirgeyen ve bağışlayandır!