8 Mart Kadınlar Günü dendiği zaman nedense herkesin aklına “kadın hakları” ve dolayısı ile kadının ailede ve toplumdaki hakları gelir. Onun Allah’ın kullarından bir kul olduğu unutulur. (Aslında Peygamberimiz a.s.’ın “Allah’ın câriyelerini camiye gitmekten alıkoymayın” hadisinde kadın “kul” olarak değil “câriye” olarak tanımlanmıştır. Sufilerse bütün Allah dostlarını “Allah’ın gelinleri” olarak tanımlayarak feminin/müennes bir ıstılah geliştirmişlerdir.) Onun Allah’ın kul, câriye veya gelini olduğu unutulunca da kimse ibâdetinden bahsetme gereği duymaz. Ben sizin dikkatlerinizi bu tarafa çekmek istiyorum.
Oysa, evli olsun bekâr olsun, çocuklu olsun çocuksuz olsun, çalışsın veya çalışmasın bitmek bilmeyen ev işleri ve teferruatı düşünmek zorunda oluşu ile kadının en çok ihmal etmeğe sürüklendiği husus, Rabbinin haklarına riâyettir. dışarıdaki büyük işleri yapmak belli bir efor ister ama bitirilmesi ve kafadan atılması mümkündür. Oysa devam etmekte olan ve her an sizin konsatrasyonunuzu bozan ev işleri ve çocuk bakımı, kadının kendisini vererek ve gönül huzuru ile iki rek’at namaz kılmasına bile manidir. Koşuşturma içinde “öğlen namazımı bir kılsam” veya “ikindiyi de şuraya bir sıkıştırayım” gibi tasalarla farz namazlar bile geçiştirilir. Namaza durulduğunda da ya ateşteki yemek yanmaya başlamıştır, kokar veya taşar, çocuk ağlar veya bir-iki çocuğu varsa, kavga etmeye başlarlar ve kadın alelacele selam verip namazın özü olan duayı bile doru düzgün yapmadan veya dilinin ucuna gelen ama kalbine inmeyen birkaç şey söyleyerek namazdan çıkar. Sanki namazı başkası için kılıyor da âdetâ “al sana yeter” dercesine koşarak çıkar namazdan. “ibadete yoğunlaşamama” ile örnekleri benim çoğaltmama gerek yoktur. Zira eminim ki herkes kendi hayatında bunlardan daha büyüklerini bizzat yaşamaktadır.
Benim burada yapmam gereken çare varsa onu dile getirmek olmalıdır. Yani huşû içinde namazın, duanın yolu nedir? Kısa başlıklarla bunun üzerinde durmak istiyorum. “işleri erkekler yapsınlar” seçeneğini geçiyorum, zira doğal olarak birçok şey gene kadına kalacaktır. Ancak eşin, çocukların veya yardımcının yardımları yoğunluğu azaltacaktır.
1. Vakti çok iyi kullanmayı öğrenmek. Dinimiz, günün beş vakit namaza bölünmesi ile zaten belli bir zaman tanzimini içerir. İnsan bu namaz vakitlerine göre işlerini ayarlamalıdır. Peygamberimiz “iki şey vardır ki insanlar değerini bilmez: Sağlık ve boş vakit” ve “İhtiyarlık gelmeden önce gençliğin, hastalık gelmeden önce sağlığın, meşguliyetin çok olacağı zaman gelmeden boş vaktin, fakir olacağın zaman gelmeden önce elindeki malın, ölüm gelmeden önce hayatın değerini bil” buyururken bunu hatırlatmak istemiştir. Tabii, en başta düşünmemiz gereken, nelerin iş, nelerin boş kabul edileceğidir. Yoksa, yaptığımız işler bile boş olunca, dünya ve âhirette işimize yarayacak işleri yapmaya hiç vaktimiz olmayacaktır.
2.Temizlik vs. gibi işleri gelip gidene ne kadar titiz olduğumuzu göstermek için değil, ihtiyaç olduğu için ve ihtiyaç olduğu zaman yapmak. Mümkünse yardımcı tutma ve onun da bir ibadet hayatı olması gerektiğini unutmamak.
3.Az uyumak. 8-10 saat uyku ile bu dünyada güzel iş ve ilime vakit bulamayız. Kur’an mü’minleri tanımlarken “onlar geceleri az uyurlar, seherlerde de tevbe ederlerdi” (Zâriyat 51/18) buyurmaktadır. Az uyumanın yolu, yarından emniyet içinde olmamak ve az yeme (sufilerin düstırı buydu. Bkz. Sühreverdi, Avârif). Yemek, doğrudan vücutta eseri görülen ve insanın beden terbiyesi ile ilgili olduğu ladar ruh terbiyesi ile ilgili çok önemli bir husustur. Yemeği yaparken, tohumu ekerken zikirle yapmak hem beden hem de ruhun sağlığı için elzemdir. İmam Gazzali’nin karşılaştığı “tohum saçan sufi” hikayesi meşhurdur. Hani Gazali onunla konuşurken birisi elindeki torbayı alıp saçmak istiyor tohumları ama sufi razı olmuyor, “Ben onları zikrederek saçıyorum”, diye. Günümüz insanını bozan da bu zikir ve dinî dua yerine “daha çok para kazanmak” dünyevî zikir ve duayla üretilen gıdalardır. Kadının çalışma hayatına atılmasıyla bu daha da arttı ve artık insanlar bu dünyevi dua ile büyüyor. Akıllı bir Müslüman dışarıda ve dışardan yemek yerine, mümkün mertebe kendi yemeğini kendisi dua ile yapmalıdır. “Yesin de oğlum/ kızım/ kocan sağlı olsun inşallah” demenin bile bir dua olduğunu hatırlatmak isterim size.
Uyku konusunda da günümüz insanı “illa da 8 saat uyuyacaksın. Yoksa akıl sağlığın bozulur” boş sözüyle iyice uyku paranoyasına sokulmuştur. Bir kısım insanlar buna dayanarak çok uyumakta, ilim, ders ve ibadeti yapmak için hiçbir gece planı veya erken kalkma planı yapmamaktadırlar. Bazı insanların da tamamen uykusuz kalmasının sebebi budur. Çünkü “illa da 8 saat uyumalıyım” diye kendini uyumaya zorlayan insan bu zorlamasından dolayı uyku problemleri çekmekte, hiç uyuyamamaktadır. Uyumak, Kur’an’dan anladığımız kadarıyla Allah’ın kararına teslim olmaktır. En kısa yolu da “az uyumalı, çok okumalı ve ibadet etmeliyim” düşüncesidir. Uykusuz olanlar buna zorlasınlar kendilerini, uykuları gelecektir, emin olsunlar.
4. Namaz ve duaya, diğer işlerini çabucak bitirip öyle başlamak. Bu, insanın kendisini ibadete vermesinde en büyük yardımcıdır.
5. Her şeyi denemelerine rağmen kendilerini ibadetlerine veremeyenler, gamlansınlar ama “ibadetlerim olmuyor” diye ibadetten soğumasınlar. Düşünsünler ki peygamberimiz genellikle kendisini ibadete vermesine ve etrafını duymamasına rağmen,bazen namazda dışarıda söylenenleri duyuyordu. Mesela Ümmü Seleme annemizden gelen bir rivayete göre, bir keresinde Peygamberimiz “ikindi namazından sonra iki rek’at namaz kılmayı yasakladığı” halde kendisi namaz kılmaktadır. Ümmü Seleme ve yanında bulunan Ensar’dan kadınlar “Hüküm mü değişti yoksa Rasulullah namazda değil mi” diye merak ederler. Aralarından bir kızı Peygamberimizin yanına gönderir ve “ Ey Allah’ın Peygamberi! Sana Ümmü Seleme: Şu iki rek’attan nehyettiğini işitmiştim. Oysa şimdi kıldığını görüyorum” diye soruyor de, bunu söylediğinde eliyle “namazdayım” işaret ederse huzurundan geri çekil”, diye talimatta bulunur. Kız gidip Peygamberimiz’e bunu söylediğinde Peygamberimiz eliyle namazda olduğunu işaret eder ve namaz bitince bu namazın, irşad hizmetleri dolayısıyla öğlenden sonra kılması gereken iki rek’atın bir bakıma telafisi için o iki rek’ati kıldığı açıklamasını yapar.[1]
Demek ki dışardan konuşulanları duymuş Hz. Peygamber. Zaten zaman zaman torunları namazda secdede iken iken sırtına çıkar, o onları alıp yere indirerek rükuya kalkardı. Bunları biliyoruz.
5.Gece namazına muhakkak vakit ayırmalı. Peygamberimiz, gece namaza kalkan ve eşini de namaza kaldıran, kalkmadığı takdirde yüzüne su serpen kadın veya erkekten Allah razı olsun, diye dua etmiştir. (Müsned II, 250). O kendi eşlerini gece namazına kaldırırdı (Müslim, itikâf, 7). Günümüzde erkek kalkarsa kalkar; kadın onu kaldırmak şöyle dursun rahatsız ederim korkusuyla bazen kendisi bile kalkamaz olmuştur.
Kadın ibadetiyle ulaşabileceği makamlar: Velâyet ve şeyhlik
Bu, tasavvufun araştırma alanına giren konulardan birisidir. Sûfîlere göre, “velî” olmak, kadın veya erkek olmanın üstünde bir sıfattır. Çünkü, velâyet dış görünüşle değil, kalple ve Hakk’ı arama tutkusu ile ilgilidir. Mevlânâ’nın deyimiyle “İnsan evvel emirde beden değil ruhtur ve ruhun, erkek ve kadınla iştiraki yoktur.”[2] Bu sebeple kadınlar Ricâlu’l-Ğayb (Ğayb Adamları/Erleri) arasına da, “büyük veliler” arasına da girebilirler. [3]
Ancak kadınların şeyhlik makamına yükselmesi söz konusu olunca yukarıdaki bakış açısını bütün tarîkatlerde değil, ilerleyen sahifelerde bir miktar detay vermeye çalışacağımız Mevlevîlik dışında, Cerrâhîlik ve Bektaşilik gibi bazı tarîkatlarda bulabiliyoruz. Cerrâhiye tarîkatında bu pâyeye erenler arasında İbrahim Fahreddin Efendi’nin halîfeleri olan Fatma Mükerrem, Emine Binnaz ve Emine Nimet Bacı’yı zikretmek gerekir. [4] Kadın şairler arasında eşsiz bir üne sahip olan Fıtnat Hânım (ö.1194/1780)[5] da Yahyâ şerâfeddin Efendi’nin halîfesidir.[6] Bektaşî hanım şeyhlere örnek olarak Fatıma Bacı (Kadıncık Ana, (ö. VII/XIII. Asrın son çeyreği) ve Amine Hatun zikredilebilir.[7]
Diğer bazı tarîkatlar, genelde, kadının “erebileceğini ama erdiremeyeceğini” savunmuşlardır. Hatta vâkıa, bir hanımdan tekmîl-î esmâ ettiği halde “hâtunlardan mürşid olmaz” diye kendisine bîat edeceği “bay” şeyh arayan sûfîler vardı. Ümmî Sinân-zâde Hasan Efendi’nin (X/XVI. Asır) yaptığı gibi: Hasan Efendi, büyük annesinden “tekmîl-î esmâ ettiği” halde, ayrıca “Halvetiyye-i Şemsiyye’den Haydar Efendi’ye sırf bu sebeple bîat etmişti.
[1] Bkz. M.F. Abdulbaki (haz.), El-Lü’lüü ve’l-Mercan, Konya 1979, I, 254-55.
[2] Ahmed A. Konuk, Mesnevî-i Şerîf Şerhi, II (haz. Selçuk Eraydın -Mustafa Tahralı), İstanbul, 2004., 31.
[3] Tasavvufta kadın konusunda bazı değerlendirmeler için bk.. Abdurrahman Câmi, Nefahât’ül-Üns. Evliya Menkıbeleri, tr. ve şerh Lamii Çelebi, Haz. S. Uludağ – M. Kara,: İst, 1995, 18-25 (S. Uludağ – M. Kara’nın takdîmi); Mustafa Kara, Tasavvuf ve Tarikatlar Tarihi, İstanbul, 1999, 119-121; Süleyman Uludağ, Sûfî Gözüyle Kadın, İstanbul, 1995; Hülya Küçük, Tasavvuf Tarihine Giriş, Konya, 2004, 157-164.
[4] Şenay Yola, “Cerrahiye”, DİA, VII (İstanbul, 1993), 416-20 418.
[5] Hayatı hakkında bk. Ömer F. Akün, “Fıtnat Hanım”, DİA, XIII (İstanbul 1996), 39-46.
[6] Yola, “Cerrahiye”, 418
[7] Detaylar ve diğer isimler için için bk. İbrahim Bahadır, Alevî ve Sünnî Tekkelerde Kadın Dervişler, İstanbul, 2005, 146-56.