Bütün dünyada 8 Mart Dünya Kadınlar Günü olarak kutlanıyor. Birçok açıdan toplumda kadının durumu tartışılıyor. Bu tartışmalar arasında en çok da aile içi şiddet ya da kadına karşı şiddet konularına yer veriliyor. Bilindiği gibi şiddet; güç ve baskı uygulayarak insanların beden ve ruhsal açıdan zarar görmesine yönelik bireysel ve toplumsal hareket olarak tanımlanmaktadır. Özellikle kadınlara yönelik bu şiddet olgusu; fiziksel, sözel, psikolojik, sosyal, ekonomik, cinsel ve eğitim hakkının engellenmesi şeklinde meydana gelmektedir.
Yapılan araştırmalarda ülkemizde her 10 kadından 4’ü şiddet görmektedir. Eşlerine fiziksel şiddet uygulayan Türk erkeklerinin %’17.9’u bunu bir “hak” olarak değerlendirmektedir.
Ülkemizde kadına karşı şiddetin birçok nedenlerinden bahsedilebilir. Başta, eşine şiddet uygulayan erkeklerin %’42’si çocukluk dönemlerinde ya doğrudan şiddete maruz kalmış ya da aile içi şiddete tanık olmuş kimselerdir. Türkiye’de kadına karşı şiddetin diğer sebepleri arasında alkol bağımlılığı, eğitimsizlik, ekonomik yetersizlik ve geleneksel alışkanlıklara bağlı davranış bozukluklarını da saymak mümkündür. Maalesef ülkemizde 5 milyon alkol bağımlısı yaşamaktadır. Yılda 1 milyar litre alkol tüketiliyor. Trafik kazalarının %’40’ı alkol yüzünden meydana geliyor. Bu canavar, nice aile yuvalarının yıkılmasına ve ailede korkunç şiddet olaylarının meydana gelmesine yol açıyor. Hala sözüm ona televizyon ekranlarında kendisini seçkin ve bu ülkenin aydını sayan bazı kalemler alkolle mücadele veren kuruluşlara veryansın ediyor.
Türkiye’de 5 milyon insan okuma-yazma bilmiyor. Bunun 4,5 milyonunu kadın nüfusu oluşturuyor. Eğitimli kadınlara oranla eğitimsiz kadınlar 3 kat şiddete maruz kalıyor. Elbette eğitimli kadınlar da şiddet görüyor ama en azından onlar yasal haklarını biliyor ve kendilerini olabildiğince ezdirmemeye çalışıyor. Hala ülkemizin bazı bölgelerinde kadına bakış tarzı sorunludur. Kadın bir mal ve bir meta gibi görülüyor.
Öte yandan, evlilik çağına gelmemiş kız çocuklarının evlendirilmesi de bir şiddettir.
Evlilikte muhayyerlik hakkının bulunmaması da bir şiddettir.
Geleneksel yapımızda kadına karşı şiddet yerine göre üstü onaylı olarak hoş görülüyor. Bu da bir şiddettir. Örneğin, eşinden aşırı derecede şiddet görmüş bir kadın, baba evine gelince, merhametle karşılanmıyor ya da sahip çıkılmıyor. Şiddet gören eşe, “elbette eşin seni dövecek, kim bilir sen de neler yaptın?” deniliyor ya da anne tarafından, “biraz daha dayan, biraz daha sabret, zaman içinde eşin değişecektir. Baban da beni hep döverdi. Bu sebeple erkeğe karşı gelinmez, el kaldırılmaz” denilerek, teselli verilmeye çalışılıyor.
Sonuç olarak, toplumda tam donanımlı aile okullarını artırmalıyız. Biz geleceğimizi ya ailede kazanacağız ya da ailede kaybedeceğiz. Tek başına seküler bir eğitim de bu sorunu çözmeyecektir. Evele, zihniyet dönüşümüne ihtiyacımız vardır. Eğitim kurumlarımızın her kademesinde verilen insan hakları dersi içerisinde şiddetin önlenmesinde dinin iyileştirici rolüne daha çok ağırlık verilmeli ve halkımız iletişim vasıtalarıyla da aydınlatılmalıdır. Yüce Allah’tan niyazım, her türlü şiddetin ortadan kalktığı; barış, hoşgörü ve kardeşliğin geçerli olduğu bir dünyanın yeniden kurulmasıdır.