Kader, sözlükte; ölçü ve yasa anlamına gelir. Bir terim olarak da kader, ezelden ebede kadar olacak olan şeyleri Yüce Allah’ın bilmesi, demektir. Allah’ın bilmesi iki manaya gelmektedir. Bunlardan birisi, yaratmak, bir diğeri de belirlemektir. Ehl-i sünnet âlimleri yaratma olayına şarta bağlı “kader-i muallak”, belirlemeye de “kader-i mübrem” adını vermişlerdir. Kader-i muallak alanında insan irade özgürlüğüne sahip olduğu için yaptığı iyi ve kötü, günah ve sevap, iman ve küfür gibi eylemlerinden sorumlu tutulacaktır. Kader-i mübrem ise, belirlenmiş kader olup, insanın irade özgürlüğüne sahip olmadığı alanla ilgili konuları içine alır. Bu alanda insanın bir sorumluluğu yoktur, ancak tedbir almakla mükelleftir. Nitekim şu âyetler kader-i mübreme delildir: “Yeryüzünde vuku bulan veya başınıza gelen hiçbir musibet yoktur ki, biz onu yaratmadan önce bir kitapta yazılı olmasın. Kuşkusuz bu Allah’a göre kolaydır. Kaybettiklerinize üzülmeyesiniz ve O’nun size verdikleriyle şımarmayasınız diye (böyle yapmıştır). Allah kendini beğenen, böbürlenen hiç kimseyi sevmez.” (57/Hadid, 22-23). İşte kader-i mübrem alanına giren konulardan birisi de deprem, salgın hastalıklar ve tsunami gibi olaylardır.
Jeolojik bir olay olan deprem, kaderdir. Bunu hiç kimse engelleyemez. Bir tabiat olayı olarak meydana gelmektedir. Şimdilik, ne zaman ve hangi şiddette meydana geleceği bilinmemektedir. Ben inanıyorum ki, yakın bir zamanda, ay ve güneş tutulmalarının vakti ve tarihi belirlendiği gibi depremin de vakti ve tarihi belirlenecektir. Günümüzde yer bilimcileri deprem fay hatlarının haritasını çıkarmışlardır. Sorun ne zaman meydana geleceğinin bilinmemesidir. Burada geçerli olan Allah’ın takdiri karşısında kulun tedbir almasıdır. Ne gibi tedbir alabiliriz? Özellikle köy, mezra veya büyük şehirlerin varoşlarında bulunan vadilerin içlerine konutlar yapmamak, depremi gösteren fay hatlarının geçtiği yerlere şehirler kurmamak, bulaşıcı hastalıkların yaygın olduğu bölgelere veya ülkelere seyahatler düzenlememek, kışın dondurucu soğuğuna karşı yünlü giysiler giymek, hırsızdan korunmak için evlerimizin kapılarını kilitlemek gibi tedbirler sayılabilir.
Yüce Allah Kur’an’da geçen bir âyette: “Ey iman edenler! Hazırlığınızı görün” (4/Nisa 71) buyururken, Hz. Peygamber (a,s) da:“Bir yerde veba ve benzeri herhangi bulaşıcı bir hastalık olduğunu işittiğiniz zaman o yere girmeyiniz. Bulunduğunuz yerde böyle bulaşıcı bir hastalık varsa, oradan da çıkmayınız” buyurmuşlardır. Bu karantina tedbirleri tavsiyesiyle birlikte İslam tarihinde sahabenin hayatından yaşanmış şöyle bir olay da aktarılır: Bir gün Hz. Ömer arkadaşlarıyla birlikte Şam’a gitmek üzere yola çıkar. Cabiye denilen yere geldiklerinde Şam’da bulaşıcı bir hastalık türü olan veba hastalığının ölüm saçtığı haberini alırlar. Arkadaşlarından bir gurup “Allah’a tevekkül ederek Şam’a girelim, Allah bizi bu bulaşıcı hastalıktan korur. Sonra Allah’ın kaderinden kaçamayız” deyince, Hz. Ömer, bu anlayışa şiddetli tepki gösterir. Veba salgınının bulunduğu Şam’a girmeden geri döneriz deyince, “Allah’ın kaderinden mi kaçıyoruz ya Ömer?” şeklinde tepki alır. Bunun üzerine Hz. Ömer, “evet, Allah’ın kaderinden kaçıp, yine Allah’ın bir başka kaderine sığınıyoruz” diye karşılık verir. Bu tedbire karşı çıkıp Şam’da kalanlar ise bulaşıcı hastalık sebebiyle vefat ederler.
Sonuç olarak deprem, jeolojik bir olaydır. Kader-i mübrem kapsamına girer. Burada insana düşen görev, âyet, hadis ve sahabe uygulamasında görüldüğü gibi tedbir almaktır. Şehirleri kurarken fay hatlarının üzerine kurmamaktır. Ayrıca, kaç katlı bir bina yapıyorsak, o binayı taşıyacak derecede demir, çimento kullanmak, binanın kolonlarıyla oynamamak gerekir. Burada binaların yapımını yüklenici firmalar (müteahhitler) kadar denetleyenler ve bu binaya ruhsat verenler de aynı oranda sorumludurlar. Üç-beş kuruş fazla kazanacağım diye oturan insanların hayatlarını riske atmak insanlık suçudur ve İslam’a göre de çok büyük günahtır. O halde yapılması gereken binaların üzerine oturduğu yüzey kadar bina yapım malzemeleri ve son gelişmiş yapı teknolojisini sonuna kadar kullanmaktır. Ayrıca denetlemeyi de iyi yapmaktır. Elden gelen bütün bu tedbirleri aldıktan sonra gerisini Yüce Allah’a bırakmak İslam inancına uygun davranmak anlamına gelir.