Gün geçmiyor ki kaçak göçmenleri taşıyan bir geminin alabora haberini duymuş olmayalım. Bu insanlar vatanlarından, yurtlarından evlerini barklarını bırakarak terk ederek bir ümit ışığıyla yollara düşüyorlar. Kaçıyorlar kendi topraklarından, sahi bir insan neden kaçar kendi yurdundan?
Yüzlerce insan, çoluk çocuk tüm varlıklarını geride bırakarak göç ediyor ya da göç etmeye çabalıyor. Mazilerinde ne varsa unutmaya hazırlar, unutulunca hayıflanacak bir tarih de yaşamamışlar. Yaşamaya dair bir umut ve yarına dönük bir beklentileri kalmamış. Göçüp gitmek, kaçıp kurtulmak istiyorlar. Bu hale onları koyan nedir, kimdir?
Afrika’nın birçok ülkesi, Ortadoğu, Arap Yarımadası yaşamaya tahammül edemeyen ve oradan kaçmak isteyen insanlarla dolu. Göç etmek isteyen binlerce insan var, bir fırsat bekliyorlar. Elinde avucunda olan varsa veriyor “insan tacirlerine” olmayan zelil ve rezil bir hayatı yaşamayı kendine yediremediği için başka yollar arıyor.
Balık istifi yığılıyor insanlar gemilere. İptidai şartlarda, büyük risk altında, yüzlerce kilometrelik deniz yolunu geçerek “batıya” ulaşmaya çalışıyorlar. Bu yolculuklar zaten büyük bir sektör olmuş durumda. Kendi memleketlerini kendi halkına dar eden zihniyet bir başka oyun içinde çaresiz bu insanları “rast gele” mantığıyla döküyorlar yollara. Kapasitesinin çok üzerinde dökük araçlarla yapılan yolculuklar tam bir dram taşıyor. Her an ölümle burun buruna bir göç… İnsanların yüzlerindeki o korku, çaresizlik ve en vahimi ümitsizlik, hümanist Batıya bir şey ifade etmiyor, çünkü onlar üçüncü dünyanın ikinci sınıf insanları.
Uluslararası hukuk naçar kalıyor çoğu zaman. Gerçi “bu hukuk kimler için nasıl yazıldı” sorusu da atıl vaziyette bekliyor. Ölümden o an için kurtulanlar, büyük ihtimalle bulunduğu karasuları kime aitse o ülkenin güvenlik güçlerine yakalanıyorlar. Sığınmacı olmak zor, sınır dışı edilmek çok zor, itilmiş evsiz barksız, aidiyetsiz kalmak çok daha zor…
Büyük Batının büyük kuruluşları, birlikleri o kocaman salonda nutuk atmaya devam ediyorlar. Onca ölüm onlar için sadece bir yolculuk konusu. Sorun bile değil. Hem insanları kendi yurtlarında kendi hallerinde yaşamalarına imkân vermeyeceksin hem de kaçış yollarını sadece kendine çevireceksin. Bu haliyle batı kendi sonunu hazırlamaktan başka ne yapıyor?
Mülteci kavramını Avrupa nasıl algılıyor acaba? Son birkaç faciadan sonra bir İngiliz Hanım gazeteci mültecileri Hamamböceğine benzetmiş. Bundan daha bariz bir örnek olabilir mi? Onlar için Akdeniz ayaklarını serin sularına daldıracakları bir sahil köyünü, tatil beldelerini anımsatıyor herhalde. Artan olayları önlemek için Avrupa Birliğine sunulan öneriler arasında bu gemilerin batırılması da varmış, nasıl bir batıya göç peşinde bu insanlar?
Göç yolculuğuna çıkmış binlerce insandan bir kısmı ulaşıyor hedefine. Ölümden, yakalanmaktan, sınır dışı edilmekten kurtulanlar bir şekilde “kavuşunca” ilticasına acaba nasıl bir hayata adım atıyor. Daha ilk gün alınlarına vurulan “mülteci” damgası, “öteki” damgası nasıl geçecek? Yıllarca tutunmaya, var olmaya çalışacaklar ve sonunda kendileri olmadan, tarihleri olmadan başkası olarak, geldikleri yerleri unutacaklar… Avrupa, sen nasıl bir zihniyetin bataklığında bu insanları çamura batırıyorsun?