İnsanoğlu dünyaya ayak bastığından beri rızkının peşinde olmuştur. Kimi rızkı verenin Allah olduğunu bilerek sebebini işlemeye koyulmuş, kimi ise kerameti kendinde görüp çok çalıştığı için kazandığı iddiasında bulunmuştur. Kazanmak mıdır böylesi kaybetmek midir; bilmek midir, bilmediğini bilmemek midir?
Rızkı şüphesiz ki Allah veriyor; ama bize de sebebini işlemek düşüyor. Ailenin rızkını karşılama görevi erkeğe verilmiştir. Kadın üzerinde bu sorumluluk yoktur. Şimdilerde oğulları için sözleşmeli değil kadrolu öğretmen olan gelin adayı arayan annelere ya da evleneceği kızın maaşına göre planlar yapan erkeklere bakmayın siz, bilmediklerinden böyle yapıyor olsa gerekler, yoksa bu saçmalığın başka izahı yoktur.
Rızık bolluğu için dua ederiz. Bazen dolar, taşar; bazen de uçar, kaçar. Çoğunlukla dolunca kendimizden, uçunca da başkasından biliriz. Halbuki bir mesaj verilmişti bizlere, annesine ve babasına iyilik edenin rızkı bollaşıp ömrü uzayacaktı. Unutabiliyoruz, hatırlamak ve hatırlatmak gerekir.
Pazar günü bir diziden bir bölüm izledim. Kız evinden uzaklaşıp yurt dışına çıkıyor. Ailesine haber vermiyor. Yıllar geçiyor, anne yıllarca kızından bir haber alamadığı için harap oluyor ve bir gün kız çıkıp geliyor. Neyse birçok konuşma geçiyor aralarında ve son cümleler benim dikkatimi çekiyor:
“Hep işlerim yoluna girsin, anneme ben şu işi başardım, diyebileyim diye uğraştım; ama olmadı, beceremedim.” Şimdi bu, kızın becerememesinden mi yoksa anne rızası gözetmemesinden midir? “Allah’ın rızası annenizin ve babanızın rızasındadır, gazabı da annenizin ve babanızın gazabındadır.” buyrulurken bu rızayı bertaraf etmek “er” kişiye yaraşmaz.
Allah’ın “yürü ya kulum” dediği insanlara bakarsak -bunu sadece parasal olarak düşünmemek gerekir- toplumda itibar görürler. Böyle insanlarla konuştuğumda görüyorum ki arkalarında mutlaka anne-baba duası var. Onların iyiliğini gözetenlerin ardında kaleleri var. Tümden gelim ve tüme varım var. Asıl gaye olan Rıza-i İlahi var.
Bir bakınız etrafınıza; nenelerin ve dedelerin olduğu evlere ve bunu nimet bilen kişilere. Bazıları nene-dede sözünü pek sevmez, kendilerine büyükanne-büyükbaba dedirtirler, her neyse. O evlerde bereket bir başkadır. Karşılıklı hoşnutluk oldu mu tadından yenmez hal alır.
Mutlu etmek o kadar kolaydır ki; tatlı dil, güzel söz, güler yüz… Hayır söylemeyeceksen susman evla, söylemeye kudretin varsa güzel sözü, durma. “Onlara iyilik et” diyor ya Rabbimiz, iyiliği âdet edin ki, kötülüğe meylin olmasın. İyiliğin ardı rıza dolu, dua dolu, alabilene ne mutlu!
Hayatında bir şeyler rayında gitmiyorsa durup bir düşün. Hatayı nerede yaptın, nereye geri dönmen gerek, nasıl düzeltebilirsin, bu soruları sor kendine. Yanlışı kendinde ara, kendinde bul. Eğer Allah’ın rızasına talipsen ve hâlâ vaktin varken rızasına götüren yolları gözet. O yollar seni cennete götürecek, istemez misin?
Dedim, ne dedimse önce kendime dedim. Demekle bitmeyen rızadan bahsettim. Duaların açtığı kapılardan, oluşturduğu kalelerden söz ettim. Hala hayatta olan annemizin ve babamızın duasını almak olsun bugünkü hissemiz. Eğer kaybetmişsek onlar için hepimiz rahmet, iyilik ve güzellik dileyelim.