Önce kendimden başlayayım.
İyi bir dinleyici olmak için kendimi zorladığım zamanlar oldu. Başarılı olamadığımı itiraf edeyim. Bu zorlama da, siyasetin bana göre bir çalışma alanı olmadığını öğretti o kadar. Siyasetçiler iyi birer dinleyici veya konuşmacı mıdır sorusu kendilerini ilgilendirir beni değil. Şunu söylemeden geçemeyeceğim Kimseyi kandırmayı düşünmediğim için kandırılmakta istemiyorum. Bu kanaatimden dolayı siyasi yazılar daha çok ilgi çektiği ve daha fazla okuyucu bulduğu halde siyasi yazı yazmaktan da zevk almıyorum.
Sebebi mi?
Birincisi şu. Birisini dinlerken asla perde arkası sorgulaması yapamıyorum.. Şöyle diyeyim isterseniz. Karşımdaki insanın yalan söyleyeceğini hiç düşünemiyorum. Karşımdakini dinlerken duygularımı serbest bırakmaya çalışıyorum. Daha doğrusu bırakmak zorunda kalıyorum çünkü duyguların akıldan daha hızlı olduğunu hissediyorum.. Siz buna isterseniz muhakemesiz dinleme diyebilirsiniz.
Neden muhakeme kullanmadığımı araştırıyorum ve şu cevapları alabiliyorum. Dinleme esnasında muhakeme yapmaya girişmem dikkatimi kesiyor bu bir. İkincisi beni konudan uzaklaştırıyor hatta konudan koparıyor. Senteze giderken, ‘’ kaçırdığım cümleyle ilgili ise?’’ diye endişeleniyorum; bu da konuşmacının ana fikrini yakalamama engel oluyor. Belki bütün bunları kuşatan bir başka sebep de dinlediğim insana saygısızlık yapacağım korkusu.
Klasik bir savunmayla ‘’canım konuşan adam senin kendisini dinleyip dinlemediğini nereden bilecek?’’ diye itiraz ediyorsanız , konuşanı gerçekten dinleyip dinlemediğinizi kontrol edin derim. Yine de itiraz ediyorsanız sizin, karşınızdakini duyduğunuzu ama dinlemediğinizi garanti edebilirim. Çünkü iyi bir dinleyici, konuşmacı kendisinin dinlenilmesinden duyduğu mutluluğu da hisseder. Karşınızdaki insanda böyle bir mutluluk jesti yakalamadığınızı söylüyorsanız o halde siz neye konuşuyorsunuz? Konuşmak sadece ses üretme eylemi değildir ki.
Birisiyle konuşmak, bizim mutluluk arayışımızın bir sonucudur aslında. Bu sonuca ulaşmak için karşımızdakine ya bir problemimizi açar onun bize vereceği ‘’evet’’lerle rahatlarız; ya da bir fikrimizi paylaşarak destek bulduğumuza emin olunca da özgüven tazelemesi yapmış oluruz.
Aslında bu kadar kalabalık lafı neye yaptım sanki. Şöyle demem daha kestirme olurdu. Bir insanı dinlerken onun yalan söyleyeceğini düşünmeyiz ama konuşmacı bizim aklımızı rahatsız edici cümleler kurmaya başlayınca ‘’acaba’’ mız derinleşmeye başlar.
Karşımızdakinin yalan bir cümlesini bulduğumuz anda konuşmanın tamamına rezerv koyma eğiliminde olduğumuzu siz de fark etmiş olmalısınız. Bu sahne değişik zamanlarda tekrarlanırsa bizde dinlediğimiz kişiye karşı bir ön yargı oluşur. ’’Hep yalan söylüyor. Bunun nesini dinleyeyim’’ demeye başlarız. Karşı tarafın bizim bu pozisyonumuzu çözdüğü(mutlaka çözecektir bizi) andan itibaren dostluğumuz noktalanmıştır.
Kısacası dinlemek ve konuşmak iki değerli hazinemizdir iyi kullanmanın birinci şartı yalanla bütün bağlarımızı koparmaktır.