“Etyemez, Müdürleri Yedi” haberimiz benim için de bildiğim gerçekleri yeniden hatırlatması bakımından manidar oldu.
“Danışman adamı rezil de eder vezir de eder” gerçeği de bunlardan biri.
Özellikle de basın danışmanı…
“Bir problem gördüğünde gözümü kapatırsam, problem de beni görmez” hangi sağlıklı düşüncenin getirisi bilemiyorum?
Böyle bir haber danışmanın önüne geldiğinde, madalyonun kendisine bakan tarafını çevirir kendine göre bir politika belirler. Karşı bir görüş geliştirir. Hiçbir kimse tüm toplumu yüzde yüz memnun edemeyeceğinden, "O Müdürden" memnun olmayan birkaç kişiyle haberin muhataplarını karşı karşıya getirebilir mesela... Ya da hiçbir şey yapamıyorsanız, görevden alınan müdürün çok değerli bir insan olduğuna kendilerinin de inandığını, bildiğini söyleyip ve bu nedenle de Müdür beyi “büyükelçi” olarak falan atamayı düşündüklerini ilan edebilirler.
Tüm bunlara karşılık onlar ne yaptılar… Hiçbir şey… Ya da daha doğrusu anlamsız iki şey; Birincisi elleriyle gözlerini kapatıp tehlikenin geçmesi beklemek ve ikincisi "Ereğli Kirazını Yaşatma Derneğini" arayıp! haberi tekzip etmesini istemek…
Gösterilebilen en dahiyane tepki, “ Hayrettin Atak, kaç kere Ereğli’ye geldi ki, Müdürün görevden alınması hakkında haber yapabiliyor” sözüydü. Gülsem mi ağlasam mı bilemediğim bu söze karşılık “Birkaç kere, İvriz’de pikniğe geldim, kabul olur mu?” diye yazayım dedim. İnternet editörüm “Yazamayız” dedi. Hayal kırıklığıydı, benim için…
Doğrudur, ne Milli Eğitim Müdürünü ne diğerlerini tanırım. Sadece konuştuğumuz insanlardan duyduğumuz kadarıyla öğrendik. Milli ve manevi hassasiyetleri ağır basan, dur durak bilmeden hizmet aşkıyla yanan biriymiş, bildiğimiz bu. “Maçı Tv’den izleyenler yorum yapamaz” kuralını! bilmediğimiz için duyduğumuzu gördüğümüzü yazdık kusura bakmayın. Bizim kötü de bir huyumuz var, konu maneviyatsa üstümüze vazife olmayan bütün işlere bile bir tarafından karışıyoruz…
Huy işte…
Çünkü bizim ateşe su taşıyan karınca misali, 300 yıllık makus talihimizi yenmek gibi bir misyonumuz var… Bizim yaptığımız her haberde geçmiş 300 yıllık dönem, şimdiki dönem ve önümüzdeki dönemdeki (ne kadar süreceğini bilmediğimiz) bütün zulümleri bitirmenin özlemi ve gayreti var. Polislerinin Evinde uyurken, askerinin karısı ve çocuğunun yanında şehit edildiği bir Türkiye’de, 18 Aylık bebeğin yakılarak hunharca öldürüldüğü bir Dünyada uğraşmamız gereken en son şey Manevi hassasiyetlere sahip, çalışkan, halkı tarafından sevilen bürokratlardır…
….
Eski zamanlarda bir genç bir başka şehre gidip zamanının en iyi alimlerinden 30 yıl eğitim alır. 30 yılın sonunda memleketine dönme zamanı geldiğinde hocası “Tüm eğitimleri aldın, artık alimsin. Ama kal iki yıl daha ilm-i siyaset dersi de al. Çünkü bu ders hepsinden önemlidir” Artık pek te genç olmayan öğrenci sorar “Şart mıdır, hocam bu dersi almam, icazet için? “Hayır” der hocası “Ama iyi olur. Tüm derslerin tamamlayıcısıdır bu ders” “Olmaz” der adam. “Gideyim memleketime hizmet edeyim artık halkıma” Çıkar yola çiçeği burnunda alim, köyüne dönmek için... Giderken bir köy camisinde namaz için durur. Cemaate katılır; bakar ki imam köylüye namazı yanlış kıldırıyor. Namazdan sonra cemaate seslenir “Yandınız hepiniz” der köylüye yazık oldu bugüne kadar ki namazlarınız… “Yanlış kıldırıyor bu adam namazları" der. Köylü çıldırır. Yıllardır kıldığı namazı mı kaza edecek şimdi bu kim olduğunu bilmedikleri adam yüzünden. İmamına laf ettirmez. İyice döverler kendini bilmez bu yolcuyu. Adam yanlış yaptığını anlar durumu. Geri döner hocasının yanına. İki yıl daha kalır İlm-i Siyaset dersi için çaresizce. İlm-i Siyaset dersini de alır ve geri döner o köye. Kılar namazını. Namaz da değişen bir şey yok tabi… Ve cemaate döner. Ey cemaat! “Ben bunca yıllık alimim böyle değerli bir insan böyle iyi bir imam görmedim. Cennetlik bir adam görmek isteyen imamınıza baksın. Bu imamdan bir kıl alan kefenine koysun. Cehennem ateşi görmez…” Köyle saldırır imamına. Kıl koparmak için. İmam köyden kaçarak zor kurtarır hayatını… Ve kurtulur o köy bilmeden, yanlış namaz kıldıran imamından...
....
Bu hikayedeki imam benim işte… Ama yetişmesi için kimseyi iki yıl daha bekleyecek sabrı yok bu ülkenin… Hemen büyümeliyiz… Şimdi… Şu an… Dünyaya hükmetme, dünyaya şekil verme, mazlumlara hayat verme iddiasında olanların küçük işlerle, küçük atamalarla uğraşmaya ne vakti var, ne hakkı… Kime tekzip yayınlatsam diye düşünmek yerine, beklemeden yeni hedefler için yerinden kalkma vaktidir… Hatta daha ilerisi şahlanma vaktidir...
Hele ki 300 yılın belki de çok daha fazlasının ve yaşayan yaşamayan milyarların umudu, hakkı, hukuku, intikamı, beklentisi omuzlarımızdayken…