Alış veriş için dükkânına girdiğimiz esnafın iki cümlesinden biri bu idi; “İtimat et abim bana” ve arkasından hızla sıralıyordu; Hiç mi güvenmiyorsun, şurada onca yıl esnafım, bak rahat edersin, bir şey olursa adresimiz belli… Bakıp bilgi edinmek ve uygun görürsek alacağımız ürünle ilgili iki kelam edemeden zor attık kendimizi dışarıya.
Tezgâhtarlığın gereği mi, alışverişin şekli mi bilemedik, güven duygusunun bu kadar hırpalanmış olduğuna mı, alışveriş kültürünün bu kadar değişmesine mi, tüm konuşmaların sonunda her iki tarafın da bundan memnun olamayışına mı yanalım acaba?
Güvende olmak ister insanoğlu. Yakın arkadaşından siyasetçiye, mahalle bakkalından sanayi sektörüne, doktorundan polisine güvenmek ve aynı şekilde güvenilir olmak ister. İnsan, çevresinde olup bitenleri anlamlandırmaya ve kendince en doğru olarak yorumlamaya çalışır. İnsanı en fazla moral bozukluğuna ve hayata dair şüpheye iten durumlardan biri “kuşku” olsa gerek…
Kuşku, şüphe, evham, zan gibi içine girdiği kalbi vesveseye sokan bu hisler, kişinin doğru düşünebilme, sağlıklı kararlar verebilme olayları okuyabilme yetisine sekte vurur. Kuşku, kişide güvensizlik ve iç pazarlıklar oluşmasına sebep olurken hep karanlık bir nokta varmış hissine kapılır.
Yaşadığımız coğrafya ve günümüze taşıdığımız tarih milletimizin müteaddit kereler derin bir kuşku ile yaşamasına şahitlik etmiştir. Etrafımızda olup biten olayların ilk olarak kişisel etkilerini düşünür ve sonucun ilk evvela şahsımızın menfaatine olmasını dileriz. Elbet bu, yadırganacak bir durum değil.
Toplumu oluşturan fertlerin kişisel mutlulukları o toplumdaki mutlu olma mutlu kalabilme ihtimalini arttırmaktadır. Toplumda en büyük infialler kişilerin karşısındaki özel, tüzel kurum ve kuruluşların yanı sıra muhatap olduğu insanlara karşı kuşku duyduğu anlarda olagelmiştir.
Günümüz dünyası güvenmek yerine kontrol etmek, denetlemek, hesap edip çıkarcı olmak üzerine kurulmuştur. Hayatımızın her bir anı neredeyse dijital bir film karesi gibi gözetlenmektedir. Buna rağmen istenmedik davranışlar hızla artmakta bu da suç oranını çoğaltmaktadır. Yakın zamana kadar seyahatlerimizde evimizi komşuya anahtar vererek emanet ederken şimdi evimizi en yakın komşumuzdan korumak gibi bir endişeye düşüyoruz. Kendi sokağımızda yürümekten korkuyor, evimizin dışında her bir mekânı kuşku içinde taramakla meşgul oluyoruz.
Manavdan aldığımız meyvenin tazeliğinden, yediğimiz ekmeğin unundan, içtiğimiz suyun arıtımından, mangalını yaptığımız tavuğun sağlığından kuşku duyuyoruz. Bu kuşku giderek her ilişkimizi, her ferdimizi ve hatta her selamımızı sarıp sarmalıyor.
Kuşku içimizi yiyip bitiriyor. En iyi korunduğuna inandığımız bir yapıya, yine o yapının bir mensubu girip iş başında çalışmakta olan meslektaşlarının canına kıyabiliyor. Kuşkularımız artıyor. Her bir açıklama kuşkumuzu büyütüyor. Oyun içinde oyunlardan bahsediyor birileri, kimi saldırıyor kimi savunuyor. Bundan sonraki olayın ne zaman olacağı bekleniyor. Kendi meslektaşlarına kuşku ile bakmaya başlıyor meslek sahipleri.
Daha fazla birbirimize birliğimize ihtiyaç duyduğumuz zamanlar, kuşkularımızın arttığı zamanlardır. Kaybeden sensin, kaybeden benim, kaybeden o…oysa hepimiz kuşkularımızı kaybetmeye daha mecburuz. Güven duygusu kaybolursa sevgi de, vefa da, hürmet de, muhabbette de tadını tuzunu kaybeder.