İsveç’e tepkimiz ne olmalı?

Prof. Dr. Önder Kutlu

Yeni bir provokasyon ve saldırıya maruz kalan bizler yine bir teste tabi tutuluyoruz. Faşist bir siyasetçi kutsal kitabımız Kur’an-ı Kerim yaktı: Hem de Stockholm Büyükelçiliğimizin önünde.

Buradan, tavrın kutsalımıza ve Türklere karşı olduğunu anlıyoruz. Dertleri Müslüman Türkler yani. Diğer Müslümanlarla ve Müslüman olmayan Türklerle bir dertleri yok.

Arkasından başta devlet erkanı ve siyasiler, takiben sivil toplum kuruluşları bilindik tepkileri tekrarladılar. Birkaç gün sonra gündem değişecek, bir dahaki provokasyona kadar sessizliğe bürüneceğiz.

Görüyoruz ki karşı hamlemiz tepkisellik üzerine kurulmuş. Çıkıyor, iki laf ediyoruz. Sonra tekrar geri çekilip, beklemede kalıyoruz.

Vereceğimiz tepkiyi, göstereceğimiz reaksiyonu bizler de biliyoruz karşı taraf da.

Birileri bizimle oynuyor. Bizi ortaya çıkarmak üzere hangi adımı atacaklarını biliyorlar.

Biz kendi kamuoyumuza oynuyoruz; karşı taraf kendisininkine.

Kutsal değerlerimiz tersyüz ediliyor; onurumuz inciniyor.

Oysa tepkisellik iyi bir tercih değil. Hep biz karşı çıkıyor, kavga çıkarıyor görüntüsüne muhatap oluyoruz. Bizi kışkırtan alçaklarsa masum olarak algılanıyor o ülke kamuoyunda.

Enformasyon çağında hep sınıfta kalıyoruz. Kendi içimizdeki geri zekalı satılmışlar yüzünden hep açığa düşüyoruz.

PKK’lı teröristlerle dinimizi ters anlayıp, aşırı yorumlarıyla mecrasından çıkaranlar hep ön planda tutuluyorlar.

Bizler kabuğumuza çekildiğimiz zaman karşı taraf alan kazanıyor.

Avrupa’da pek çok sivil toplum kuruluşumuz mevcut. Çalışıyor, çabalıyorlar. Güzel örnekleri çoğaltarak dinimizi ve değerlerimizi anlatmaya gayret sarf ediyorlar.

Türkiye’deki sivil toplum kuruluşları da bu sürece dahil olmalıdır. Sivil toplum sadece sosyal yardım yapmakla yetinmez. Aksine, kültür, sanat, çevre, insan hakları gibi alanlarda da faaliyet yürütür.

Dışişleri Bakanlığı başta olmak üzere, YTB, Yunus Emre Enstitüsü, TİKA, TDV gibi kuruluşlar üzerinden ve üniversiteler aracılığıyla çok ciddi bir açılım yapılmazsa, Avrupa’daki kendi insanımız ve oraların iyiniyetli insanları bilgilendirilip, bilinçlendirilemez.

Bu kuruluşlarımız vazifelerinin gereğini yerine getirmiyorlar maalesef. Bürokratik bakış açısı çözmez işimizi. Memur zihniyeti ancak dışlayıcı oluyor.

Gönüllülük ve adanmışlık gerekiyor.

Buralarda, başta Avrupa Milli Görüş Teşkilatı olmak üzere çok değerli kuruluşlarımız mevcut. Milyonlara ulaşan insan kaynağına hizmet sunuyorlar.

Devlet bu kuruluşlarımıza yeterli desteği sağlıyor mu?

Sanmıyorum…

Devlet bir Avrupa açılımı başlatmalıdır.

İşe Avrupalı aydınlarımıza sahip çıkarak ve değer vererek başlanabilir.

Dil bilen aydınlarımız ve kanaat önderlerimiz Avrupa sathına yayılmalıdır.

Kendini sahipsiz hisseden, insanımıza sahip çıkılmalıdır.

Unutmayalım; bize yapılan saldırılar hep Batıdan geliyor. Osmanlı özellikle son 200 yılında hep buradan gelen saldırılara maruz kaldı.

Moğol saldırıları 15. YY’ın başında bitti.

Arkasından 300 yıllık bir refah ve fetih dönemi. Sonrasındaki 300 yıl içe kapanma ve değerlerimizi savunma zamanı.

Anlaşılan o ki saldırılar yine buradan gelmeye devam edecek.

Bu bir Milli Güvenlik meselesi.

Yetişmiş, dil bilen çok iyi bir insan kaynağımız mevcut.

Ama oralara giderek, üst perdeden talimat vererek olmaz bu iş.

Avrupalı Türkleri ve Avrupalı Müslümanları iyi anlamak gerekiyor.

Onlar bu faşist tiplerle mücadelenin yolunu ve yöntemini Türkiye’den daha iyi biliyorlar.

Balkan Müslümanları da bizden daha bilgili ve bilinçliler.

Biliyorlar ki, ırkçı alçak oradaki bir caminin önünde değil TC Büyükelçiliği önünde yapıyor açıklamasını ve harimi ismetimize saldırısını.

2023, geç kalınmış ama yeniden başlamak için, çok iyi bir tarih.

Çözüm yolu, yöntemi biliniyor ama sonuç alınamıyor. Anlamak mümkün değil.

Aynı tepkilerle geçiştirirsek bir dahaki saldırıya kadar kafamızı kuma gömebiliriz…