Sosyal medyada enteresan videolarla, sokak röportajları ile karşılaşıyoruz. Seçim arifesi olması sebebiyle toplumun her kesimine tercihini ifade etmesi için fikri soruluyor. Ve bazı videolarda tercihinin nedeni veya gerekçesi soruluyor. Herkesin siyasi görüşü kendine. Ben işin sosyolojik ve psikolojik tarafındayım. Anlamaya çalışıyorum. Mesela, bir videoda elinde bira şişesi olan, night club'ların sıralandığı bir sokakta dövmeli, pircingli, aşırı dekolte kıyafetli bir genç kıza tercihinin nedeni, soruluyor. Verdiği cevap enteresan: “Özgürlük istiyorum, demokrasi istiyorum…” İstediği özgürlükten kastı nedir? Demokrasiden kastı nedir? Geçen hafta bu ülkede seçim yapıldı. %90’ın üzerinde bir katılım oldu. İkinci tur için bu satırları yazdığım sırada tüm ülke sandık başındaydı. Yirmi yılda, -referandumlarla beraber- on sekiz defa sandık halkın önüne konulmuş. Açık oy, gizli sayım yapılmıyor. Nasıl bir demokrasi istiyorsun? Demokrasiden anladığınız nedir? Yaşam tarzına, giyim kuşamına, içmene, eğlenmene kimse karışmıyor. Olduğu özgürlüğün bir tık ötesi yani istediği özgürlük, demonizasyon ve anarşi. Esfeli safilin bile yüksek irtifa kalır.
İnsanlık istikameti kaybedince neyi ne adına yaptığının, hayatının gayesinin, neden yaşadığının farkında bile olmuyor. Kimlik ve kişilik bunalımı en bariz şekilde hem hayata hem söze aksediyor. İnsanın hayatında bir çizgisi istikameti olmayınca serseri mayın gibi veya dökülmüş yaprak gibi her esen rüzgâra göre savruluyor. İstikamet sahibi olmak insanı riyadan, münafıklıktan, savrulmalardan koruyor. İstikâmet, hedefe giden yolda dik ve sapmadan yürümek demektir. Hem yolun dosdoğru hem de yürüyenin dosdoğru olması demektir. Dik duruş, esas duruş, onurlu ve kararlı yürüyüş demektir. İstikâmetin zıddı, sapma, nifak, riya, eğilme, bükülme ve neticede şahsiyetsiz hale gelmedir. Günümüzde İslam ahlakını temsil etmesi gereken Müslümanlarının en büyük zafiyeti ve ahlaki problemi de maalesef budur. İstikamet; özünde duygusal ve zihinsel dengenin olduğu dürüstlük, doğruluk ve istikrarlı tutumdur. Hakiki doğruluk, her hususta ifrat ve tefritten sakınarak itidal yolunda yâni sırat-ı müstakimde yürümek, dinin emirlerine uyma ve yasaklarından kaçınma konusundaki devamlılık ve bir insanın zikzak yapmadan hayat boyu takip ettiği çizgidir.
Kur’an-ı Kerimde müminleri hedefe, yani cennete götürecek yol “sırat-ı müstakim” diye isimlendirilir. Samimi bir mümin günde beş defa kıldığı namazların her rekâtında okuduğu Fatiha suresinde: “Ya Rabbi! Bizi sırat-ı müstakime hidayet eyle, doğru yola ilet!” diye dua ediyor. Bu şekilde dua etmeyi de müminlere öğreten bizzat Yüce yaratıcıdır. “Sırat-ı müstakim”, her türlü yanlışlık ve aşırılıklardan uzak, doğru, dengeli ve orta bir yol olarak takdim edilmektedir.
İstikamet; hal ve fiil tutarlılığı, zihin ve duygu kararlılığıdır. Hal, fiil, zihin ve duygu kararlılığı, istikrarı ve tutarlılığı olan istikamet aynı zamanda aşırı uç tutumlardan kaçarak duygusal ve zihinsel dengeyi yakalamaktır. İstikamet; yemede, içmede, giyinmede, inançta, ibadette, amellerde, hallerde, vakti geçirmede ve bütün yapılan işlerde ifrat ve tefrite kaçmamak ve orta yolu tutmaktır. İnsana duygusal ve zihinsel dengeyi, kararlılık ve istikrar yetilerini kazandırdığı için istikamet, bilişsel tutarlılıktır. Bilişsel tutarlılık kişinin inançları, tercihleri ve tutumları arasında uyum ve denge olmasıdır. Bu tutarlılık, hayat tarzımıza ve tercihlerimize uyum ve istikrar olarak yansır. Eğer bilişsel tutarlılık manevi ve ruhsal dünyamıza hâkim olmazsa; insan, davranış ve algılayış tutarsızlıkları ve ahlaki dengesizlikler yaşayan zayıf bir karaktere dönüşebilir. Bu sebeple istikamet anlayışı, bölünmüş kişilik yapısının yerine bilişsel tutarlılığı yerleştirerek, duygusal-zihinsel denge ve tutarlılık ölçüsü olmaktadır.
İstikamet kaybedildiğinde maalesef girdiği kaba göre şekillenen, menfaatine göre tavır alan, heva ve hevesine, şehvet ve hazzına göre yaşayan aklı tatile çıkmış, vicdanı kendisini terk etmiş, tutarlı düşünmeyi, mantıklı kıyası kaybetmiş tuhaf bir yaratık ortaya çıkıyor. İnsan olmak birazda istikamet sahibi olmakla alakalı bir durum. İstikameti yitirmek münafıklıktır. Dilinin, yaşantısının, tavır ve duruşunun istikameti belli olmayanlar nereye gideceğini bilemez, yönünü, istikametini tayin edemez. Beyni ile dili arasındaki irtibat koptuğu için konuşmasında mantıksızlık ve tutarsızlık hâkimdir. Mantıki kıyaslama yapamaz. Şeyh Edebali’ye atfedilen bir sözde: “Geçmişini bilmeyen, geleceğini de bilemez. Geçmişini iyi bil ki, geleceğe sağlam basasın. Nereden geldiğini unutma ki, nereye gideceğini unutmayasın!” dediği rivayet edilir. Kişinin geleceğine yön verebilmesi, hayatına istikamet çizebilmesi için, tarihini iyi ve doğru bilmesi gerekir. Özellikle yakın tarihini yakın geçmişi iyi bilmesi elzemdir. Bununla beraber etrafında olup bitenin farkında olması gerekir. Etrafında olan bitenin farkında olması için de aklını kullanması, kör taklitçilikten, uydum kalabalığa anlayışından, egoizmden ve egosantrizmden uzaklaşması lazımdır. Kur’an-ı Kerim’de sık sık mukayese yapılmasının (inanılan ve tapılan varlıklar konusunda), sık sık aklı kullanmaya teşvik edilmesinin sebebi kişinin kendisine müstakim bir yol çizmesini temin ve körü körüne taklit etmemesi, savrulmalar, gelgitler, uçlar arasında zikzaklar yaşamaması içindir.
Günümüzde, dava şuuru, ilke ve ideali, istikbale dair bir istikameti olmayanların bir takım psikolojik rahatsızlıklar yaşadığı malumdur. Kendini inkar, hali ve durumu inkar, geçmişi inkar ve geleceğe dair sırf ben merkezli ve pragmatik kaygı ve endişeler, anksiyete ve bipolar bozukluk şeklinde gözlemlenebilmektedir. Geleceği inşa etmesini beklediğimiz gençlerin istikametini sadece cebinin, hazlarının, şehvetinin ve özentilerinin çizmesi endişe verici bir durumdur. Günübirlik zevklerin, hedonist duyguların, bencilliğin, aklı ve mantığı örtmesi, idealizmi ötekileştirmesi, geçmiş ile hali mukayeseyi kaybettirmesi ve bunların neticesinde de istikametin kaybedilmiş olması ciddi bir problemdir. “O halde seninle beraber tövbe edenlerle birlikte emrolunduğun gibi dosdoğru ol! Aşırı gitmeyin…!” ayetinin Hz. Peygamber (s.a.s)i ihtiyarlatması laf-ı güzaf değildir. İstikameti korumanın ehemmiyetine binâendir.