İşte geldi gidiyor Ramazan

Hasan Ukdem

Ramazan büyük sevinçle gelir şehre. Bu sevinci içinde hissedenler bilir, ramazanın kadrini kıymetini. Öyle bir çağda yaşıyoruz ki böyle sevinçlerin üstü yaşama hırsıyla örtülmüş durumda. İnsanın dünyaya gelme amacı, hakikat ile bağı ve Allah ile arasındaki ilişki, yine bu yaşama hırsının çıkardığı tozdan dumandan gözükmüyor. Ertelenmiş bir ibadetler zinciri, çağ insanlarının yıllarını çoğalttıkça içlerinde bir borçlanma hissi bile bırakmıyor. Yaşım genç, ileride kılarım, kırkı geçeyim o zaman tutarım, oğlanı kızı gelin edeyim giderim derken bir de bakamıyor ki ölmüş! 

Ramazan büyük hazinenin anahtarıyla gelir. Bu hazinenin farkına varanlar, vahyi duyanlar, Peygamber’i dinleyenlerdir. Bu öyle bir hazine ki günah defterlerini yakan, cennetin kapılarını açan Kevser Irmağı’nın kıyılarına varan bir hazinedir. Ancak çağdaş insanlar, dünyalık altının, pırlantanın peşine düşmüşler.  

İsterseniz şu kıssayı okuyun, sonra devam edelim: Padişahın birisi cariyelerini özgür bırakmaya karar vermiş. Durumu onlara bildirmiş. “Yarın sabah istediğiniz yere gidebilirsiniz. Hakkınızı helal edin. Bir de kapının önünde her biriniz için birer inci, mücevher, altın kesesi hazırlattım, onları da almayı unutmayın” demiş. Cariyeler pek sevinmişmişler, elini öpüp vedalaşmışlar. Sabah olunca sevinçle keselerini alıp saraydan ayrılmışlar. Padişah bakmış cariyelerden birisi duruyor. “Verdiklerimi az mı buldun, niye gitmedin?” demiş. Aldığı cevap tam da istediği gibiymiş: “Evet az buldum. Bunlar bana yetmez. Ben hazinenin sahibini istiyorum. O zaman bütün hazine benim olur” 

Evet ramazan birçok mücevherle gelir şehre. Oruçla, iftarla, sahurla, teravihle, Kuran’la, teheccütle, zekatla, sadakayla, itikafla, tekbirlerle, salavatlarla ve her daim dinin direği olan namazla bu hazinenin yolları açılır. Ve bin aydan hayırlı olan Kadir gecesiyle, bütün ceremelerin semeresi toplanır. Ramazan şehre birçok mücevherlerle gelir ama bunu her zaman şehre bırakıp gitmez, çok istemesine rağmen bırakamaz. Zira şehir eğer nasipsizlerle doluysa, görünmeyen değil, görünen haznenin peşinde koşanların yaşadığı bir yerse, hazinenin sahibini hesap edemeyen bir güruhun yaşadığı bir şehirse, ramazan mahzun bir şekilde çekilir gider yeryüzünden. 

Çok çetin bir imtihan verdiğimiz günleri yaşıyoruz. Hacca gidemiyoruz, camilerimiz hüzünle dolu, insanlar en yakınlarına bile gitmeye çekinir durumda. Bunu ramazanda eda edeceğimiz ibadetlerle ve dualarla bertaraf edebiliriz diye umut ederken, maalesef hayal kırıklığına uğruyoruz. Tehdit devam ediyor, virüsün gücü kırılamıyor ve hastalık her gün yüzlerce vatandaşımızı alıp duruyor elimizden. Bunun neden böyle olduğunu anlamamız için çevremize biraz bakmamız yeterli olur sanırım. Virüsten sonra namaz kılmaya başlayan birini gördünüz mü? Virüsten sonra insanlara bakış açısını değiştirip merhametle davranmaya özen gösteren var mı aramızda? Faizden vazgeçen, fuhuştan uzaklaşan, içkiyi bırakan, hırsızlıktan elini eteğini çeken, yaptığı işte kul hakkına riayet etmeye yönelen var mı sahi? Hayır! Maalesef hayır. Hayattan taviz vermemekte ısrar ediyoruz, yaşamayı, bir kere eline geçirmiş ve bir daha dünyaya gelmeyeceğim diye her türlü zevkin, sefanın peşine düşmüşüz.  Eğlence yerlerinin mühürlenmesi, kumarhanelerin kapatılması durduramıyor insanları.  

Hazinenin sahibine gönül veren bir cariye var ise de hazineye koşanların içinde görünmüyor, gürültülerinden duyulmuyor. Kıssamız birazcık düşündürmeli bizi. Ancak yeterli değilse bir de şu Eliot’un şiiri üzerinden düşünelim bütün bunları: 

Kartal süzülüp yükselir gökyüzünün zirvesinde, 
Döngüsünü izler Avcı köpeğiyle birlikte. 

Ey konumlanmış yıldızların daimî devri, 

Ey kararlı mevsimlerin daimî tekrarı, 

Ey doğumun ve ölümün, ilkbaharın ve sonbaharın dünyası. 

Fikrin ve eylemin bitimsiz çevrimi, 
Bitimsiz buluşu, bitimsiz deneyi, 
Dinginliğin değil, fakat getirir devinimin bilgisini; 
Sessizliğin değil, fakat konuşmanın bilgisini; 
Sözlerin bilgisini ve Söz ’ün bilgisizliğini. 
Bütün bilgimiz bilgisizliğimize yaklaştırır bizi, 
Bütün bilgisizliğimiz ölüme yaklaştırır bizi, 
Fakat ölüme yakınlık Tanrı'dan daha yakın değil. 
Yaşarken yitirdiğimiz Yaşam nerede? 
Bilgide yitirdiğimiz bilgelik nerede? 
Malumatta yitirdiğimiz bilgi nerede? 
Yirminci yüzyıldaki gökyüzü döngüleri 
Uzaklaştırır Tanrı'dan ve yaklaştırır Toprağa bizi. 

Sevgiyle kalın.