Geçtiğimiz hafta iş vesilesiyle yeniden İstanbul’daydım. Şehrin özellikle köklü ve tarihi semtlerinde dolaştığımız zaman karşılaştığımız insan manzaraları şu günlerde en çok ihtiyacımız olan millet şuurunu kaybetmeme noktasında umudumu artırdı.
Ankara’da yaşanılan yeni patlamanın şokunu atlatmadan bu seferde İstanbul’da yaşanılan patlama ile karşılaştık. Ankara’daki saldırıdan bir gün önce İstanbul’a gitmiştik, İstanbul’daki patlama ise en fazla bir kilometre uzağımızda gerçekleşti. Patlama yaşanmadan önce Samatya, Kuzguncuk gibi eski İstanbul’un dokusunun korunduğu semtleri dolaştığımızda gördüğüm insanlar hissedilen ama tam anlamıyla tanımlamaktan aciz olduğumuz İstanbul’un ruhunu yansıtıyordu. Daha önce İstanbul’da bulunduğum dönemde de hissettiğim bu ruh inanın ne Konya’da ne Ankara’da ne de her hangi bir şehrimizde var. Amacım İstanbul’un güzelliğine dair yeni bir şeyler söylemek değil. Zaten yüzlerce yıllık dönemde binlerce şair ve yazarın anlata anlata bitiremediği İstanbul üzerine yeni bir güzelleme düzmek haddimizi aşar. Derdimiz başka. İstanbul’a baktığımız zaman Türkiye’nin her bölgesinden insan var. Bırakın bölgeleri istisnasız her ilimizden birileri mutlaka vardır. Çeşitli sebeplerden başka ülkelerden göç etmiş, üniversite okumak için gelen, uluslararası şirketlerde çalışan yabancılarda cabası. Kısacası İstanbul Türkiye’nin bir prototipi gibi. Birlikte yaşama kültürü noktasında ülkemize örnek olması gereken bir şehir.
İstanbul’da yaşayan kiminle konuşursanız konuşun ailesi mutlaka birkaç nesil önce bir Anadolu şehrinden göç etmiştir. Buna rağmen çok farklı şehirlerden gelen bu insanlar İstanbul'un ruhunda harmanlanıp çok kısa sürede şehrin kültürünü benimsiyorlar. Memleketlerini geride bırakıp İstanbul’a gelen bu insanlar birbirleriyle kenetlenip, bir yandan örfi özelliklerini muhafaza ederken diğer yandan İstanbul’un kendine has yaşam tarzından da bir şeyler kapıp kültürlerini zenginleştiriyorlar. Bu birlikte yaşama ve yardımlaşma dürtüsü insanların şehre sahip çıkmalarını sağlıyor. Bu günlerde ülke olarak işte bu İstanbul’un ruhuna ihtiyacımız var. O ruh ki yeri geldiğinde aynı bölgeden, şehirlerden gelen insanların oluşturduğu semtlerde mikro milliyetçiliğin dibine vurarak bakkallarda bile yöresel ürünleri sattıran öte yandan da bulundukları semtin, ilçenin tarihini, özelliklerini korumaktan geri kalmayan bir anlayışa sahip olan. İstanbul’daki insanlar gibi düşünmeliyiz. Bu ülkeyi kolay elde etmedik. Yüzlerce yıl önce geldiğimiz bu topraklarda devletler yıkıp, devletler kurduk. Son büyük kavgamızı vereli daha yüz yıl bile olmadı. Fakat sanki bunca yaşanılandan ders almamışız gibi yine kendi içimizde anlamsız kavgalarla batılı devletlere fırsat vermekten geri durmuyoruz.
Ülkemizin üzerinde oynanan oyunu görmemek için anca şuurumuzu yitirmiş olmamız lazım. İdeolojik olarak birbirleriyle taban tabana zıt terör örgütleri anlaşma yapıp sırayla eylemler yaparken biz hala birbirimizi yemekle meşgulüz. Günübirlik siyasi çekişmelerden, ülke yerine kendi çıkarlarını düşünenlerden bir türlü yakamızı kurtaramıyoruz. İktidarın terör politikasını, aldığı önlemleri elbette eleştirebiliriz. Fakat böyle hassas bir dönemde sırf ülkemizin çıkarı adına destek olmak gerekirken, bu iktidar gitsin de ülkeye ne olursa olsun kafasındaki insanları hoş karşılamamızda beklenmesin. Ülke böyle bir dönemden geçerken alınan bazı önlemleri ifade özgürlüğü, insan hakları ihlali varmış gibi batıya şikâyet etmeye çalışan tatlı su liberalleri batının önce Paris ve son olarak Brüksel’de yaşanılan patlamaların ardından aldıkları önlemlere bakıp öyle hareket etsinler. İçinde bulunduğumuz durumun şakası yok. Ya birlikte mücadele edip bu çok ortaklı terör belasını def edeceğiz ya da boyun eğip ülkemiz üzerinde yapılacak ameliyatı seyredeceğiz.
Millet olma şuurunu, ferasetini İstanbul’u örnek alarak yeniden kazanmalıyız. İstanbul’un ruhu, manevi atmosferi silkelenip kendimize gelmemizi sağlayacaktır. İşte o zaman yeniden biz bu oyunu bozarız diyebileceğiz.