Toplumdan gelen yoğun tepkiler nedeniyle Cumhurbaşkanı kararı ile uygulanmasından çekildiğimiz İstanbul Sözleşmesi’ne dair Danıştay kararı açıklandı. 10. Daire kararı hukuka uygun buldu.
Daire üyelerinden üç tanesi lehte, iki tanesi aleyhte oy kullandı.
Olayın iki boyutu bulunuyor. Birincisi, Cumhurbaşkanı’nın böyle bir yetkisinin bulunup, bulunmadı; ikincisi ise, sözleşmenin içeriği.
Uluslararası sözleşmelerin onaylanmasında süreç, Anayasanın 90. Maddesine göre, şu şekilde işliyor: Öncelikle yetkili biri, bakan, Cumhurbaşkanı ya da yetkilendirilmiş bir büyükelçi imzayı atıyor. Akabinde TBMM antlaşmanın onaylanmasını uygun buluyor. Akabinde Cumhurbaşkanı onaylıyor.
Yeni kararda süreç tersinden işletilmiş, Cumhurbaşkanı daha önce attığı imzayı geri çekmiştir.
Danıştay bunun hukuka uygun olduğunu hüküm altına aldı.
Olayın asıl önemli kısmı ikinci boyutla alakalı. Sözleşme içerik bakımından kabul edilebilir bir düzenleme değil. Cinsiyet tercihi boyutu son derece yanlış.
Türkiye’de ‘onur yürüyüşü’ adı verilen ahlaksız sürecin dayanak olarak kullandığı sözleşmenin iptali ne pahasına olursa olsun yapılmalıydı.
Yaradılış gayesine ve fıtrata aykırı tercih olması mümkün değildir. Bunu temel hukuk normları da söyler zaten. İnsan hakkı, insan olarak doğmakla otomatik olarak elde edilen haklardır. Bunlardan feragat etmek ya da farklı şekilde yorumlamak mümkün değildir.
Hiç kimse yaradılış gaye ve fıtratı dışına çıkma özgürlüğüne sahip değildir.
Olayın vahametini bugün daha iyi görebiliyorum.
İngiltere’nin 25 yıl önceki haline geldi Türkiye. O gün kimse, kimsenin hayat tarzına karışmasın; tercihler bireyseldir, şeklinde ifade edilen görüş bugün hâkim unsur haline gelmiş.
Her taraf gökkuşağı renkleriyle donatılmış. Açıkça sapkın tercihi olanlara öncelik verilmiş, diğerleri tahakküm altına alınmış. Bu, yanlış denilemiyor. Din eleştiriliyor, dini uygulamalar eleştiriliyor ama sapkınlık koruma buluyor.
Görünce ürperdim.
Türkiye’de olayın hafife alındığı kanaatindeyim.
Canları cehenneme, dediğimiz sapıklar yarın her tarafı kaplayacaklar. Açık bir çağrı, açık bir davet var bu konuda.
Malumdur, sütün içine düşen kurbağa süt ısıtıldıkça sıcaklığı normal görür ama sıcaklık belli bir noktaya ulaştığında ölmekten kurtulamaz.
Türkiye’de süt yavaş yavaş ısıtılıyor. Sütün içindekiler tedrici kötüleşme fark edilemiyor.
Olaya sahiplenen siyasi partiler utansınlar. Hele de olayı organize eden, ismine güzide şehrimizin adının verilmesine vesile kılan ve kendi dönemlerinde buna kol kanat gererek hayata geçiren siyasiler bugün hala aynı sapıklığı savunma derdindeler.
Onlar adına çok üzüldüm.
Millet adına da üzgünüm.
Sözleşme tartışma konusu yapıldığında İngilizce aslından satır satır okudum. Cinsel tercihler olarak belirtilen sapkın düşünce ve pratiklere götüren kelimeler çok çok tehlikeli.
Sapığa sapık diyemiyorsunuz. Bırakın herkes kendi yolunu kendi bulsun deniyor.
Herkes kendi yolunu bulacaksa dine, peygambere niçin ihtiyaç oldu ki?
Türkiye, maazallah tedbir alınmaz ve bu sapkınlıktan kendini izole etmezse İngiltere ve pek çok Avrupa ülkesindeki duruma düşecek.
Allah korusun.
6284 sayılı kanun başta olmak üzere, tüm mevzuatın yeniden gözden geçirilmesi gerekmektedir. Geleceğimizi kaybedeceksek, bırakalım tüm haçlı zihniyeti ne derse desin.
Basın, yayın ve medya bilerek ya da bilmeden bir reklam içinde. Toplum her yönden kuşatılmış vaziyette.
Alçaklar her geçen saniye zemin kazanmaya devam ediyorlar.
Ailemizi ve geleceğimizi savunamıyoruz…
Sözleşmeyi ilk onaylayan ülkeyiz.
Zorumuz neydi?
Kim bunun müsebbibi?
Bunlara karşı iyi niyet besleyemiyorum…