Şu anda, yahudilerin eseri olan dünyanın müstekbir güçleri, aynı zamanda yahudilerin esiri durumundadır. Başta büyük şeytan Amerika, “tavşana kaç, tazıya tut” ikiyüzlü politikasını yürütmektedir. İsrail’in, Filistinli sivillere karşı tutumunu eleştiriyor görünüp arkasından kalıcı ateşkes teklifini veto etmesi, bu ikiyüzlülüğünü açık etmektedir.
Kısaca Amerika, İsrail’den yönetilmektedir. Bunun neticesi olarak BM ne derse desin, dünya kamuoyu nasıl bir tavır ortaya koyarsa koysun, Gazze kasabı Netanyahu canisi ne derse Amerika başkanı ve kongresi o doğrultuda kararlar almaktadır. İsrail’in bu şımarıklığı, her türlü savaş suçu işlemesi ve hiçbir BM kararını uygulamaması, meydanı boş bulmasından ve İslam Ümmetinin uyku halinde olmasındandır.
Bilindiği gibi 14 Mayıs 1948'de bağımsızlığını ilan eden İsrail, bölgedeki varlığını güçlendirdikten sonra 5 Haziran 1967’de Mısır ve Suriye'ye savaş açtı. “6 Gün Savaşları” olarak bilinen bu savaşta Batı Şeria ve Doğu Kudüs’ü alan Yahudiler, yüzyıllardır hayalini kurdukları Mescid-i Aksay’a artık somut olarak dokunabilecek konuma geldi.
Mescid-i Aksay’a yönelik ilk büyük saldırı, 6 gün savaşlarından hemen 2 yıl sonra, 21 Ağustos 1969 yılında yapıldı. Denis Ruhan isimli Yahudi tarafından kundaklanan Mescid-i Aksa’nın büyük bir bölümü tahribata uğradı. Yangında yüzlerce yıllık birçok tarihi eser ve fethin nişanesi olarak Selahaddin Eyyubi tarafından Kıble tarafına konulan, sembolik değeri oldukça yüksek olan ahşap minber tamamen yandı.
Dönemin İsrail başbakanı Golda Meir ise olaydan hemen sonra tarihe geçecek şu sözleri söyledi: "O gece sabaha kadar korkudan uyuyamadım. Zannettim ki, Müslümanlar dört taraftan İsrail'e girecekler. Ama korkulan olmadı. O zaman idrak ettim ki: BİZ DİLEDİĞİMİZİ YAPABİLİRİZ, ZİRA MÜSLÜMAN ÜMMETİ UYUYAN BİR ÜMMETTİR.”
İşte o günden sonra siyonist güçler, İslam ümmetinin bu uyku halinden cesaret alarak Filistin topraklarını tamamen ellerine geçirmek ve oradan da arzı mevûda ulaşmak için planlarını bir bir uygulamaktadır. Siyonist hahamların yetiştirmesi olan Netanyahu da bu konuda biçilmiş kaftandır. Siyonist emellerine ulaşmak için her türlü insanlık dışı uygulamaları pervasızca icra etmektedir. Siyonistlerin esaretinde bulunan ve insanlık değerlerini yitirmiş olan Batılı emperyal küresel güçler de Netanyahu kasabına destek vermektedirler.
Gazze kasabı Netanyahu, Gazze’ye yönelik tutumunu gittikçe sertleştirerek, görevde kaldığı sürece bir Filistin devletinin kurulmasına izin veremeyeceğini açıkladı. Ve “İsrail vatandaşları varlığımızı tehlikeye atacak bir Filistin devletinin kurulmasını onlarca yıldır engelleyen kişinin ben olduğumu biliyor” diyerek itirafta bulundu. Hatta kabine tarafından onaylanan, uluslararası toplumun Filistin devletini tek taraflı olarak tanımasını reddeden bir yasayı meclise sunacağını söyledi. “Bu, bize bir Filistin devleti dayatmayı amaçlayan uluslararası çabalara karşı, İsrail içinde bir anlaşmanın var olduğunu tüm dünyaya gösterecektir” diye ilave etti.
Tüm bunlar siyonist ve haçlı sürülerinin güçlü olduğundan değil, İslam Ümmetinin uykuda olmasından ve dağınıklığındandır. Ümmet, hakiki Mü’minlikten, marka Müslümanlığına evirilmiştir.
Günümüz Müslümanları; namaz, oruç, zekât, hac gibi birçok ibadeti yerine getirmekte, buna rağmen bilimsel, ekonomik, sosyal, siyasal ve askerî anlamda bir zaaf içindeler. Bunun sebebi, Müslümanların henüz Allah’ın istediği müminlik seviyesine yükselmeyişidir. Eğer günümüz Müslümanları gerçekten mümin olmuş olsalardı, Yüce Allah’ın “Müminlere yardım etmek bize haktır” (30/Rum:47) vaadine mazhar olurdu.
Müslümanlar, hakkıyla mümin olsalardı, “Üzülmeyin, gevşemeyin, eğer müminseniz en üstün sizlersiniz” (3/Âl-i İmran:139) ayeti gereğince bütün toplumlardan daha üstün bir seviyeye ulaşacaklardı.
Eğer Müslümanlar gerçek anlamda mümin olsalardı, “Allah müminleri, içinde bulunduğu halde bırakacak değildir” (3/Âl-i İmran:179) ayeti gereği onları bulundukları bu zillet halinde bırakmayacaktı.
Müslümanlar, gerçekten mümin olsalardı; “Muhakkak Allah, müminlerle beraberdir” (8/Enfal:19) ayeti gereğince Yüce Allah, her durumda onlarla beraber olurdu. İşte günümüz Müslümanları, gerçek mümin derecesine ulaşmadıkları için bu durumdalar.
Evet, tekraren altını çizerek söylüyorum ki, bugün kâfirlerin kuvvetli görünmeleri, onların güçlü olduğundan dolayı değildir, Müslümanların dağınıklığından ve Allah’ın istediği kalite ve kalibrede hakiki mümin olamadıklarındandır. Mü’minlik, içimizdeki İslam; Müslümanlık da dışımızdaki İslam’dır. İçimizle tam manasıyla Müslüman olmadıkça, kalıplarımızla yaptığımız Müslümanlık bizi kurtarmamaktadır.
İşte bugünkü “Marka Müslümanları”, İslam’ı bir bütün olarak hayata taşıma yerine, işine gelen ve risk taşımayan, bedel ödemeyi gerektirmeyen belli emirlerine odaklanıp, bedel ödenmesi gereken emirlerini görmezden gelmekte ve bu sorumluluklarını yerine getirmemek için mazeretler üretmektedir.
Öyleyse düşmana korku, dosta umut veren bir ümmet olana kadar bu zillet bizim yakamızı bırakmayacaktır.
“Ey iman edenler! Size ne oldu ki, “Allah yolunda seferber olun” denilince yerinize çakılıp kaldınız; yoksa âhiretten vazgeçip de dünya hayatıyla yetinmeye razı mı oldunuz? Hâlbuki dünya hayatının sağladığı fayda âhiretinkine göre pek azdır.” (9/Tevbe:38)
İşte Allah’ın bu uyarısına kulak verip kendimize gelmedikçe, rahatımıza gömülüp zevkimiz, sefamız, malımız, mülkümüz ağır basıp da Allah yolunda mücadele etmekten kaçar oldukça, emperyalist güçler bizim üzerimize, aç insanların yemek kabına üşüştüğü gibi üşüşecektir. Teemmül oluna!!!