Türkiye’de sağ kesim, hassaten de İslamcı cenah, Osmanlı Devleti’nin 34. Padişahı II. Abdülhamid Han (21 Eylül 1842 - 10 Şubat 1918) hayranıdır. (1876-1909 yılları arasında saltanat sürmüştür.) Hatta bu hayranlıkta bazıları çok ileri gidip onun ‘Evliyâullah’dan ve saltanatı süresinde Osmanlının hiç toprak kaybetmediğinden söz ederler. Sultan Hamid’in evliya olup olmadığını Allah bilir ama padişahlığının ilk aylarında 93 Harbi ya da 1877-1878 Osmanlı-Rus Savaşı’nı kucağında bulmuştur ve devlet korkunç bir yenilgi almıştır. Fakat bundan Abdülhamid birçok tarihçinin hemfikir olduğu gibi mesul değildir, İttihat Terakki’nin eseridir.(!) Hani derler ya “Yiğidi öldür lakin hakkını yeme!” Padişah Abdülhamid olağanüstü zeki ve dış politikayı çok iyi bilen birisiydi. Devleti ustalıkla yönetmiş ve parçalanışını geciktirmiştir. Şayet tahttan indirilmeseydi kanaatimce toprak kaybımız bu kadar olmazdı ve Atatürk ve arkadaşlarının da hayali olan Misakımillî mutlaka bugün sınırlarımız olurdu. Zaten bunu anlayan ve devletlerin sınırlarını çizen uluslararası güçler içerideki hainlerle iş birliği yaparak Sultan Hamid’i tahttan indirmekle kalmayıp Selânik’e de sürgün ettiler.
Asıl konuya girmeden önce şunu da belirtmek istiyorum; ben ne tarihçiyim ve ne de uluslararası ilişkiler uzmanıyım. Ancak tarihi çok severim, okurum ve uzun yıllar da Türkiye dışında görev yaptığım ve hâlen de gidip geldiğim için özellikle Türk dünyası ve ilişkileri konusunda bilgi ve fikir sahibiyim. Bu yazımı da lütfen bir vatandaş veya akademisyen bakış açısı olarak görün.
Girizgâhta Padişah II. Abdülhamid’den bahsetmemin sebebi onun, kendisini alaşağı etmek isteyen başta İngilizler ve Yahudiler olmak üzere Ruslar, Fransızlar ve Almanlar ile hiçbir zaman ilişkilerini kesmemiş olmasıdır. Hatta önemli kararlarından önce sefirleri çağırıp onlarla istişare ettikten sonra bazan söylediklerinin tersini yaparmış. Bundan esinlenerek ben şöyle düşünüyorum. Acaba İsrail ve Suriye ile gereksiz yere mi gergin yaşıyoruz? Bugün artık bütün Arap Devletlerinin yönetimleri İsrail’in varlığını kabul ettiler ve kardeş kardeş yaşıyorlar. Filistinlilere yapılan zulme tınmıyorlar bile. Filistinli birisinden şunu duymuştum. “Eziyeti çeken biz ancak sefa süren Abbas, biz taş attıkça o İsrail bankalarındaki parasına para katıyor.” Cumhurbaşkanı’mızın ONE MINUTE çıkışını hangi Arap lideri yaptı. Arafat öldükten sonra onun hesabında olan fakat aslında Filistin halkının parası olan milyonlarca dolar paraya Fransız karısı konmadı mı, Paris’te kraliçeler gibi yaşamıyor mu? Dolayısıyla İsrail ile ilişkilerimiz normal olsa hem Filistin davasını onlara karşı daha iyi savunup hem de Arapların yerine ‘kraldan fazla kralcılık’ yapmamış olmaz mıyız? Sultan Hamid onlara bir karış toprak vermedi ama ilişkileri de kesmedi.
Diğer bir konu da Suriye meselesi. Hatırlarsanız Suriye iç savaşı başlayınca Esed dedi ki; “Batılılar ülkemizi bölmek istiyor, bu oyuna gelmeyin!” Ne yazık ki zaman onu haklı çıkardı. Tıpkı Saddam’ı ve Kaddafi’yi devirdikten sonra ortalıkta paramparça bir devlet kaldığı gibi Suriye de kırka bölündü. Bana göre, 93 harbini İttihat Terakki’nin Abdülhamid’in kucağına koyduğu gibi hemşehrimiz Ahmet Davutoğlu da Suriye meselesini Tayyip Erdoğan’ın kucağına koydu. Başlangıçta Esed ile köprüleri atmayıp müzakere eden olsaydık ve Suriye’nin bugünlere gelmesine belki de mani olurduk. Sonuçta milyonlarca insan ölmezdi veya evinden barkından olmazdı. Mülteciler ülkelerinde yaşarlardı, terör örgütleri bir devletin bütün topraklarında cirit atmazdı. Zararı bize de gelmezdi.
Son sözüm; “Hayvanlar koklaşa koklaşa, insanlar konuşa konuşa anlaşırmış.” Silah tüccarları da “savaştıra savaştıra” kazanıyor.