Dünyanın genel gidişatına az çok hâkim olup siyasal görüşleri ile ekonomi ve dış politika değerlendirmelerini birbirine karıştırmamak gibi erdemlere sahip olan kimseler işlerin iyiye doğru gittiğini açıkça görüyorlar. Görmeyenler, Tayyip Erdoğan’ın “kötü adam” olduğuna karar vermiş olanlardır. Dünyanın en kibar adamından nefret ediyorsanız, yemek yerken ağzından şapır şupur sesler duymaya başlarsınız. Kahve içerken, ağzından höpürdeme sesleri duyar gibi olursunuz.
Bir ülkenin dünyayı sarsacak bir kuvvet merkezi olabilmesi için, aynı anda iki unsura ihtiyacı vardır: Ekonomik ve askerî güç…
Avrupa’da ekonomik güç var; ama askerî güç yok. Yavaş yavaş ekonomik gücü de kaybetmeye başladı. Japonya, aynı şekilde tek kanatlı kuş gibidir. Çin iki unsura da sahip olmak için büyük çabalar harcıyor ve çok iddialı… Rusya’nın ordusu güçlü; ama ekonomiyi toparlayamadı.
Uzunca bir süredir iki kanatla dünyanın her yerinde kartal gibi uçan bir tek ülke var: Amerika Birleşik Devletleri… Çünkü hem ekonomisi iyi, hem de tarihin en donanımlı ve tahripkâr ordusuna sahip bulunuyor.
Türkiye’ye gelince… Güçlü ve antrenmanlı bir ordunun yanı sıra, etrafında yayılmak için çok müsait olan doğal bir coğrafyası var. 2002 yılında 2.500 dolar civarında olan kişi başına düşen milli gelirini satın alma paritesine göre 2012 yılında 12.000 dolara yükseltmiş, ihracatını yaklaşık 150 milyar dolara çıkarmış, IMF’ye olan 23.5 milyar dolarlık borcunu ödeyip bitirmiş, Merkez Bankası’ndaki döviz rezervini 120 milyar dolara ulaştırmış, bankacılık sistemini sağlam temellere oturtmuş, mali disiplini sağlamış bir ülkeden söz ediyoruz. Terörün son yıllarda azdırılmış olmasının nedeni işte budur. Bölgesel aktörlükten küresel güç merkezi olmaya doğru hızla evrilen bir Türkiye’ye hiç kimse seyirci kalmaz. Bu gidişatı durdurmak için başına masraflı belalar açmaları gerekiyor. Dikkat edin. Güney doğu bölgemize özel sektörün girip yatırım yapmasına izin verilmiyor. Her türlü riske rağmen, bir tek hükümet yatırımlarını sürdürüyor. Hakkari, Şırnak ve Yüksekova gibi illere üniversiteler kuruldu, fakülteler, yüksekokullar açıldı. Hava alanları açılmaya çalışılıyor; ama terör örgütü oralara kum ve malzeme taşıyan iş makinelerini yakıyor, okulları kundaklıyor. Bunları sadece bölge insanı cahil ve mahrum kalsın da kara propagandama inansın diye yapmıyor, kendisine parasal, lojistik ve istihbarî yardımlarda bulunan ülkelere karşı ödemeleri istenen bir bedel olarak da yapıyorlar: o bedel, Türkiye’nin küresel aktör olma yolundaki hızlı yürüyüşüne çelme atmaktır. Yapılmak istenen şey, yatırımları elden geldiğince sabote etmek, bünyenin bir kısmını felç veya kangren etmek, sonra da koparıp almaktır. Elbette ki, buradaki asıl amaç ülkeye kan kaybettirmek, ekonomiyi zayıflatmak, mümkünse çökertmektir. Çünkü bir devlet için ekonomi her şeydir ve son yıllarda terörün bu derecede azmış olması ekonomik büyümenin hem sonucu hem de kanıtıdır. Çözüm, daha fazla ekonomik büyümeye paralel bir siyasal ve coğrafî yayılmadır. Daralmak istemiyorsanız, genleşip genişlemenin bir yolunu bulacaksınız.
Türkiye’nin geleceğe doğru attığı devasa adımları görenler, bunu engellemek için başta terör olmak üzere her türlü enstrümanı kullanıyorlar. Bunların başında İngiltere, Almanya, Fransa gibi bazı Avrupa ülkeleri, bölgede ise İsrail ile onunla bu konuda omuz omuza vermiş olan İran ve Suriye vardır. Terör örgütüne, istihbarat desteği de dâhil olmak üzere, akla gelebilecek her yardımı yapıyorlar. Ortak amaçları, bölgenin ve dünyanın gelecek tablosu içinde, Türkiye’nin küresel bir aktör olarak yer almamasıdır.
Mavi Marmara olayından sonra Türkiye’nin öfkesini yatıştırmak ve eski güzel günlere geri dönmek için sürekli çıkar yol arayan ve gizliden gizliye durmadan arabulucular gönderen İsrail, şimdiye dek bu coğrafyada karşısında hiç bu kadar dik kafalı ve gururlu bir ülke görmemişti. Özür dilemek istemiyor, şehitlerin ailelerine tazminat ödemek istemiyor ve Gazze’den ablukayı kaldırmak istemiyor. Çünkü bunlardan bir tekini yapmasının bile, örneğin resmen özür dilemesinin, bütün dünyanın gözü önünde “Türkiye’nin önünde diz çökmek” anlamına geleceğini çok iyi biliyor. Eninde sonunda yapacak, ama o günü elinden geldiğince ileriye doğru iteklemeye çalışıyor.
Türkiye’de kişi başına düşen milli gelir 25.000 doları aştığında, dünyanın siyasal manzarası çok değişmiş olacaktır. Şimdi pek çok ayrıntıyı atlayarak ve “Doğrusunu Allah bilir.” kaydını düşerek sözün özünü söyleyelim: Çok büyük bir aksilik olmadığı takdirde Türkiye o noktaya 2023 ile 2030 arasında varacak, o zaman aralığı İsrail’in dünya haritasındaki varlığı için “deadline” (süre bitimi) olacak ve Yahudiler için yeni bir kaçış dönemi başlayacaktır.
Herkes bunu bir kenara not etsin ve kendini 2030 yılından sonra yeryüzünde İsrail adında bir devletin olmayacağı fikrine şimdiden alıştırsın.