Ve onlar ki, harcadıklarında ne israf, ne de cimrilik ederler; ikisi arasında orta bir yol tutarlar.(Furkan/67) Çünkü malını saçıp savuranlar, şeytanların kardeşleridir, şeytan ise rabbine karşı çok nankördür.(İsra/27) Canının çektiği ve arzu ettiği her şeyi yemen, şüphesiz israftır. (Buhari) Modern tıp bilimi obezite bir hastalıktır, tespitinde bulunarak şu besinleri tüketin, şu besinlerden uzak durun şeklinde türlü önerilerde bulunuyor, her gün binlerce insan açlıktan ölürken. Bu sinsi kelime oyunu ve soyutlama, açlıktan ölen insanların dramını tabi ki örtmeye yetmiyor. Kuan Tzu’nun ilginç zamanlarında yaşıyoruz. Ölümün hiçbir kıymeti harbiyesinin olmadığı asri zamanlarda. Obezitenin bir hastalık olmadığını tıp bilimi gaye iyi biliyor. Asıl hastalığın hayvanca tüketme arzusu olduğunu çok iyi bildiği gibi. Konumuz obezite değil tabiki.
Bu konu malumunuz Tıp biliminin tekelinde ve haddimizi aşmak niyetinde değiliz. Ayıplanmayacaklarını bilseler, tekerin dönmesi adına, özel devlet teşviği vermekten çekinmeyecekleri israf belası konumuz. İstatistiki veriler acı gerçeği ortaya koymaya yetiyor. Dünya’da yılda ortalama 10 milyon insan açlıktan, yetersiz beslenmeden dolayı hayatını kaybediyor. Kozmetiğe, iletişim savurganlığına, lükse harcanan paralar bir yana, acaba gelişmiş ülkelerde, günlük giyilip çöpe atılan giysiler, tüketilmeyip çöpe gönderilen yiyecekler dünya’da her gün açlıktan ölen insanların kaç katını giydirir, doyurur? Halbuki, dünya’da üretilen gıda maddelerinin toplamı dünya toplam nüfusunun 10 katını besleyecek miktardadır. Açlıktan yılda 10 milyon insan ölüyorsa, meseleye sadece kaynak İsrafı açısından bakıp, israf ekonomik bir suçtur mu diyeceğiz.?
Mülkiyeti, kişiye özel ve mutlak olarak gören, mülkiyet sahibinin eşya üzerinde her türlü tasarruf yetkisini meşru gören modern zihniyet israfı ekonomik bir suç olarak görmekte. Bir taraftan tüketim arzularını tetiklemek için her türlü yola başvururken, bir taraftan da, israfı ekonomik suç kategorisine indirgemekte. Bir bakıma tavşana kaç derken, tazıya da tut demekte. Mesele mülkiyet meselesine nasıl bakıldığıyla ilgili. İslam mülkiyeti tamamen eşyanın sahibine bırakmaz, mülk mutlak manada yaratıcınındır ve mülkün sahibi eşya üzerinde ancak yaratıcının çizdiği sınırlar dahilinde tasarruf edebilir. Mülk Müslüman için yaratıcısının emanetidir ve bu bağlamda israf, bizatihi yaratıcıya saygısızlıktır, haddi aşmaktır.
Dolayısı ile İslam iktisadı açısından israf sadece bir ekonomik suç değil, bizzat ilahi bir suçtur. Meselenin mülkiyet meselesine nasıl baktığımızla ilgili olduğundan bahsettik; düşüncelerimizi belirleyen, düşünce dünyamızın ana kodlarıdır ve bu kodları oluşturan da kavramlar dünyamızdır. Kavramlara bakış açımız hayat karşısında duruşumuzu da belirler. Mülkiyete, faize, israfa, toplumsal yardımlaşma kavramlarına yüklediğimiz anlamlar
iktisadi düşünme biçimimizi belirler ve buna göre hayat karşısında konumlanmış oluruz. İsraf belasından kurtulmak için önleyici tedbirler almak tabi ki çok önemli. Ancak, iktisadi zihniyetimizin ana çizgilerini belirleyen ana kodlarımızı israf ederken, tedbir almanın bir faydası olmayacaktır. İçi boş ve düşünce dünyamızla hiçbir bağı olmayan ekonomik suç yaklaşımı israfı önlemeye yetmez. İnsanımıza eşyanın Allah’ın emaneti olduğunu da hatırlatmak gerek.