Günümüz Müslüman toplumlarında dayanışma ve bütünleşmeyi artırıcı önlemler arasında karşılıklı sportif faaliyetler de önemli bir yer tutmaktadır. Küresel ölçekte sportif faaliyetler; dini, dili, ırkı ve kültürü farklı olan milletleri birleştiren çok önemli bir araçtır. Sporun fiziksel ve ruhsal yararları yanında, uluslararası barışa olumlu yönde etki eden boyutları da vardır. Spor ayırıcı değil, birleştirici bir nitelik taşır. Bu açıdan hem ülke içinde ve hem de ülke dışında; kaynaşma, tanışma, birbirini tanıma ve birçok alanda iş birliği kapılarını açmada sportif faaliyetlerin rolü büyüktür.
İslami literatürde spor ve riyazet kelimeleri arasında çok önemli bir anlam ilişkisi vardır. İnsanın nefsini kötülüklerden arındırmak suretiyle ruh sağlığını geliştirmesi ve bedenini eğitmek suretiyle de daha sağlıklı bir vücuda sahip olması aynı zamanda tasavvufi bir terim olan “riyazet” sözcüğü ile açıklanır. İşte bu sebeple spor yapmaktan amaç, insanın ahlaklı, şahsiyetli bir kişiliğe, sağlıklı ve zinde bir bedene sahip olma isteğidir. Bu sebeple geçmişte her biri bir irfan ocağı olan tekkelerimizde ve ahî teşkilatlarında dini ve ahlaki bilginin yanında sportif faaliyetlere de yer verilmiştir.
İslam’ın meşru gördüğü spor türleriyle uğraşmak, sadece insana sağlıklı bir bedene kavuşma imkânı vermez, aynı şekilde, insanın iç huzura ermesine, yüksek düşünce zenginliğine erişmesine ve Yüce ahlak sahibi bir insan olmasına hizmet eder. Spor, insana disiplinli olmayı da kazandırır. Hayatını disipline eden kimseler, her alanda başarılı olurlar. Ayrıca spor, özellikle gençlerde; saldırganlık, öfke ve şiddet duygularını tedavi etmede iyi bir eğitim aracıdır. Böylece spor, ahlaklı bir gençlik yetiştirmede rehberlik rolü oynar. Nitekim Kur’an-ı Kerim’de geçen bir âyette, kendisine görev verilecek kimselerden birisinin bedenî ve ahlâkî açıdan kuvvetli ve güvenilir kimse olması gerektiğine değinilir: (Şuayb Peygamber’in) iki kızından biri: Babacığım! Onu ücretle (çoban) tut. Çünkü ücretle istihdam edeceğin en iyi kimse, güçlü ve güvenilir (el-Kaviyyu’l-Emîn) olandır, dedi.” (28/Kasas 26).
İyi bir güreşçi, iyi bir ok atıcı, iyi bir binici ve iyi bir koşucu olan Hz. Peygamber’den gelen rivayetlerde atıcılık, binicilik, yüzme, ok atma, koşuculuk ve güreş gibi spor dallarının teşvik edildiğini görüyoruz. Nitekim Hz. Peygamber’den gelen bir rivayette: “(Allah katında) güçlü mü’min zayıf mü’minden daha hayırlı ve sevimlidir” buyrulur. (Bkz. Müslim “Kader” 34: İbn Mâce “Mukaddime” 10). Elbette bu rivayette geçen “güçlü/kuvvetli” sözcüğü iman olarak yorumlanabileceği gibi, fiziksel, irade ve ekonomik güç sahibi olarak da yorumlanabilir. Yine Hz. Peygamber (a.s), akşamın ve sabahın ilk vakitlerinde yürümeyi tavsiye etmiştir. (Buhârî, “Cihâd” 5, “Rikâk” 2; Müslim, “İmâre” 112-115; Tirmizî, “Fezâilu'l-cihâd” 17, 26; Nesâî, “Cihâd” 11, 12). Çünkü günün belli saatlerinde tempolu yürümenin kilo vermeyi sağladığı, metabolizma hızını artırdığı, insanı daha zinde kıldığı, kolesterol düzeyini dengelediği, yüksek tansiyonu düşürdüğü, şeker hastalığına iyi geldiği bilinmektedir. Spor aynı zamanda gençlerimizi beden ve ruh sağlıklarına zarar verecek kötü alışkanlıklardan uzaklaştırır, iyi ve erdemli alışkanlıklar kazanmalarını sağlar.
İslam’da imandan sonra en önemli ilke, dürüst olmaktır. (Müslim “İman” 62). Dürüstlük ilkesi, tüm spor dalları için geçerlidir. Bu sebeple spor tarihi ile ilgili kitaplarımızda, müsabakalarda yapılan hile ve aldatmaların İslam ahlakına aykırı olduğu dile getirilmiş, özellikle okçuluk sporunun yapıldığı ok meydanları adeta bir mescit gibi değerlendirilerek buralara abdestsiz girilmemesi gerektiği uyarıları bile yapılmıştır. Günümüzün spor aktivitelerinde en çok yapılan hile, dopingdir. Halbuki doping hem sağlığa zarar verir ve hem de dinin dürüstlük ilkesiyle bağdaşmaz.
Netice olarak, İslam kişisel ve kollektif olarak yapılan emeğe, alın terine büyük önem vermiştir: “İnsana, ancak çalışmasının karşılığı vardır.” (53/Necm 39). O halde bütün sporcularımız karşılığını görmek inanç ve niyetiyle spor müsabakalarına katılmalıdırlar. Tatlı bir rekabet ve centilmenlik ahlakı, sporcularımızın şiarı olmalıdır. Yarışmaları başarılı olan kazanmalı ve bu başarı da en güzel bir biçimde takdir edilmelidir. Maalesef günümüzde kaybeden takımların taraftarları taşkınlıklar çıkarmakta, kazanan takımın sporcularına ve taraftarlarına saldırmakta, milletin malına zarar vermektedirler. Bu taşkınlıkların hiçbirisi ne dinimizle, ne diyanetimizle, ne örfümüzle ne de an’anemizle ve ne de âdetimizle bağdaşır. Asıl ahlaklı davranmak böyle zamanlarda gerekir.