Kur’an-ı Kerim’de ve Hz. Peygamberden gelen sayısız rivayetlerde; okuma, öğrenme, öğüt alma, düşünme, değer üretme ve aklı kullanma üzerinde ısrarla durulur. Bütün bu emir ve tavsiyelerde, insanın iradeli bir varlık olduğu, ilahi sorumluluğun temelinin ise irade özgürlüğüne dayandığı gerçeği hatırlatılır. İnsanı diğer varlıklardan ayıran iki şeyden birisi akıl yetisine, diğeri de irade özgürlüğüne sahip olmaktır. Yüce Allah’a karşı yaptıklarından sorumlu tutulacak olan insan, aklını devre dışı bırakarak iradesini geçersiz kılamaz, başkasına teslim edemez. Merhum Aliyaİzzetbegoviç’in dediği gibi, “Allah’ın iradesine teslimiyet, insanların iradesine karşı bağımsızlık” demektir. Bu bağlamda, İslam’da mutlak itaat ancak Allah’a ve Peygamberinedir: “Ey iman edenler! Allah’a itaat edin. Peygambere itaat edin ve sizden olan ulü’l-emre de.” (Nisa 4/59).
Görüldüğü gibi bu âyette itaat emri, Allah ve Resülü hakkında tekrar edildiği halde, “ulü’l-emr” açısından yenilenmemiştir. Ulü’l-emr, yönetici konumunda bulunan herkestir. Açıkça âyette “ulü’l-emre” itaat, Allah ve resulü şartına bağlanmıştır. Bu açıdan İslam’da itaat, mutlak ve muvakkat diye ikiye ayrılır. Bir mü’minin mutlak itaati Allah ve Resulünedir. Bunun açılımı da Kur’an ve sünnet tarafından belirlenen ilkelere itaattir. Bunun dışında itaat ise geçici, yani şarta bağlı olan itaattir. Bu itaatin ölçüsü İslam’da şöyle belirlenmiştir: “Yaratıcıya isyan konusunda, yaratıklara itaat yoktur.” (Buharî “Ahkâm” 4; Müslim “İmare” 8; Ebu Davud “Cihad” 95)..Bu ve benzeri rivayetlerden anlaşıldığı kadarıyla, ister din âlimi, ister tarikat şeyhi, ister cemaat lideri, ister anne-baba, isterse koca olsun vb. kim olursa olsun, bu kimseler tarafından Allah ve resulünün emirlerine aykırı bir iş yapmaya davet varsa, buna itaat edilmez. Meselâ, herhangi bir kimse, bir başkasını; namaz kılma, oruç tutma, içki iç, zina et, başörtüsünü çıkar vb. gibi Kur’an ve sünnetin emirlerine aykırı bir iş yapmaya davet ediyorsa, bu emirlere muhalefet etmek isyan değildir. Başka kimselere karşı itaat sadece Allah ve Resulünün emirlerine aykırı olmadığı ölçüde mümkündür.
Sünni İslami bakış açısında Hz. Peygamberden başka, “masum ve tartışılmaz” bir otorite ve rehber kabul edilemez. Hiçbir kimse ve hiçbir yapı, kendisini dinin mutlak temsilcisi olarak göremez ve insanları kendisine kayıtsız şartsız itaat ve bağlılığa çağıramaz. İslam’da mutlak itaat ve bağlılık, çerçevesi Kur’an ve sünnet tarafından belirlenen ilkeler için söz konusu olduğundan İslam’a göre hiçbir kişinin kendisini yanılmaz bir otorite olarak kabul etmesinin veya bağlıları tarafından böyle görülmesinin bir geçerliliği yoktur. Bu Allah’ın kitabına ve peygamberin sünnetine açıkça aykırıdır. Bu çerçevede bir kişinin özel, seçilmiş ve yanılmaz olduğu, beyan ve öğretilerinin kutsiyet arz ettiği iddiası dinen kabul edilemez. (DİB Din Şurası Olağanüstü Toplantı Kararı,2. Madde ). Müslümanın nazarında hiçbir insan peygamber derecesine çıkamayacağına ve hatta peygamberlere bile insanüstü bir özellik nispet edilemeyeceğine göre hiçbir kimsede insanüstü bir kuvvet de düşünülemez. Bundan dolayı Kur’an’da insan ‘kul’ vasfıyla anılır. Kulluk, kendisine kul olunan varlığa karşı beslenen en ileri sevgi derecesini ifade eder. Risâlet en üstün mertebe olmasına rağmen, bütün peygamberler, özelde Hz. Peygamber (a.s) kulluğu ile övünmüştür.(Bkz. İsra 17/3). İnancımıza göre Peygamberlerin dışındaki kimselerin masumiyetleri söz konusu olmayıp, hata yapmaları her zaman mümkündür.