İslam karşıtı bilumum kâfirler, deistler, ateistler, Kemalistler, materyalistler; renk tonu ne olursa olsun, İslam anıldığı zaman kanları tepelerine sıçrayan bütün mahlûklar, İslam’a ve Müslümanlara hakaret etmeyi kendileri için bir hak görürler. Müslümanlar da onlara hakaret ettiklerinde “Size yakışıyor mu? Hiç tahammülünüz yok! Bu dincilerde de hiç hoşgörü yok! Eleştirilmeye hiç gelmiyorlar!” türünden itiraz geliştirirler.
Dolayısıyla bu beylere göre “Hakaret etmek kendilerinin hakkı, hakaretlerine tahammül, sabır ve hoşgörü göstermek de Müslümanların vazifesidir.” Ne güzel değil mi? Onlardan eleştiri adı altında hakaret dolu saldırı, bizlerden de tırsıma, duymazlıktan gelme, “selam” deyip geçme beklenmektedir. Alın da kaçan mı? Hâlbuki kâfirin hakaretine sessiz kalmak zillettir.
Kâfirin hakaretine karşı sert üslup kullananlara -önce bizim bazı tatlısu Müslümanları karşı çıkarak- “Allah Hz. Musa ve kardeşi Hz. Harun’u firavuna gönderirken yumuşak davranmasını söylemiştir” der ve size: “Firavun'a gidin. Çünkü o, iyiden iyiye azdı. Ona yumuşak söz söyleyin. Belki öğüt alır veya korkar.” (20Tâha:43-44) ayetini okurlar. Hâlbuki ayetlerin bir kapsama alanı vardır. Konuyla ilgili, merhaleye uygun başka bir ayetin devreye girdiği yerde, önceki ayetin kapsama alanı bitmiş olur. Tebliğin ilk aşaması tatlı dil, güler yüz, yumuşak söz ile başlar. Bu girişime rağmen karşı taraf işi hakarete ve düşmanlığa taşırsa o zaman Müslümanın da tutumu değişir. O ayet her aşamada geçerli olsaydı, Hz. Musa’nın firavunla mücadelesini ve onun Kızıl Denizde boğulmasına sebep olmasını nasıl izah ederdik? Rasûlullah’ın (sav) 23 yıllık peygamberliğinin her aşamasında, konuma ve karşı tarafın tutumuna göre tavır takındığını görüyoruz.
Yine tatlısu Müslümanları, hakaret eden kefere sürüsüne ve münafık tayfasına cevap olarak, İslam’ın tolere ettiği ve belirlediği kırmızıçizgileri aşmadan, sini kefe tutturmadan ama ağır kelimeler kullanarak hakaret edecek olsanız “Rahmân'ın has kulları yeryüzünde vakarla yürürler. Cahil kimseler onlara laf attığında, ‘Selâm’ derler.” (25Furkan:63) ayetini hatırlatırlar. Boş ver, “Haydi işinize” de geç, Allah da “Selam” de geç demiyor mu? diye tekerinize taş koymaya yeltenirler. Bu ayet hakaret edenlerden bahsetmiyor. “Cahillerin iğneleyici sözlü dokundurmalarından” bahsediyor. Yani hakaret edenleri kapsama alanına almıyor.
Öyleyse İslam’a, O’nun Peygamberine ve Müslümanlara karşı her fırsatta, ağızlarını doldura doldura hakaret eden ve aşağılayanlarla ilgili Yüce Allah bakın ne buyuruyor:
“Yalanlayanlara uyma! Çünkü onlar isterler ki, sen yağcılık yapasın, onlar da sana yağcılık yapsınlar. Yemin edip duran alçağa uyma! İğrenç dedikodular yapan iftiracıya da uyma! İyiliği hep engelleyen, mütecâviz, günaha dadanmış, kaba ve haşin, bütün bunlardan sonra bir de soysuzlukla damgalanmış kimselerden hiçbirine, mal ve oğulları vardır diye, sakın boyun eğme. (68Kalem:8-14)
Kur’an mesajından kaçan kefere sürüsüne de: “Öyleyken, onlara ne oluyor ki âdeta arslandan ürküp kaçan yaban eşekleri gibi, öğütten yüz çeviriyorlar?” (74Müddessir:49-51) ağır ifadesini kullanmıştır.
Her fırsatta Müslümanları aşağılayan, fitne çıkaran, Müslümanların zayıf noktalarını gözeterek her an onların yok olması için dış düşmanlarla işbirliği yapan münafıklarla ilgili de: “Onları gördüğünde, cüsseleri/kalıpları hoşuna gider. Konuşsalar sözlerini dinlersin. Onlar sanki elbise giydirilmiş kütükler gibidir.” (63Münafikûn:4) buyurmaktadır.
Allah’ın ahlakıyla ahlaklanan Mü’min de, işi hakaret aşamasına tırmandıran kâfir, münafık ve Kur’an düşmanlarına, anladığı dilden konuşabilmelidir. Tabi İslam’ın kırmızıçizgilerini koruyarak…
Ayetlerde Yüce Allah, “Alçak, âdi, soysuz, mütecaviz, kaba, yaban eşeği, kütük” gibi ağır ifadeleri kullanmıştır. Takdir edersiniz ki bunlar iltifat sözleri değildir. Düpedüz, aşağılamak ve hakaret içermektedir. Onların İslam’a, Peygamberine ve Müslümanlara verdikleri zarara paralel olarak onların seviyesine uygun İlahî tanımlamalardır bunlar...
Efendim, Allah öyle diyebilir ama biz diyemeyiz” diyenin de aklına şaşarım. “Allah’ın ahlakı ile ahlaklanmak” diye bir kavramımız vardır. Bu da, “Allah, azgın kâfirleri nasıl vasfediyorsa biz de öyle vasfedebiliriz” demektir.
Ebû Talip gibi olana biz de Ebû Talip gibi oluruz. Ebû Leheb veya Ebû Cehil gibi olana da hak ettiği türden üslup ve duruş belirleriz. Milli Şairimiz Akif’in dediği gibi:
Yumuşak başlı isem, kim dedi uysal koyunum?
Kesilir belki, fakat çekmeye gelmez boyunum!
Sonuç olarak deriz ki; İslam’da aslolan barış ve hoşgörü içinde inanan ve inanmayanlarla sosyal ortamı beraberce paylaşmaktır. Ama birileri bu ortamı tek taraflı bozar ve Müslümanlara her türlü hakareti reva görürse, onlar da karşılığını görmelidir. İslam’ın tolere ettiği ve yukardaki ayetlerde örneklerini gördüğümüz türden, Müslümanlar da onları aşağılayıcı ve hakaret dozlu kelimeler kullanabilirler. Psikolojik olarak da rahatlatıcı olur. Suskun kalmak zillettir. Aslında zillet/aşağılık/bayağılık kâfirlerin hakkıdır. İzzet/onur ise, Allah’a, Rasûlüne ve Mü’minlere aittir. (Bak: 63Münafikûn:8). Çünkü “İslam yücedir ve O’nun üstünde başka bir yücelik yoktur.”