Arap dilbilimcilerine göre ‘cehile’ kökünden gelen cahiliye, ilmin zıddı ve hafif meşreplilik gibi anlamlara gelmektedir. Her ne kadar cehl, nefsin bilgiden yoksun olması manasına gelse de asıl manası, Allah’ı ve Resûlünü tanımamaktır. Kur’an-ı Kerim’de dört yerde câhiliye, vasıf ve şiarları bakımından anlatılır: Câhiliye zihniyetine ait olan fert ve toplumun Allah’ın gücünü ve kudretini sınırlamayı kastetme manasında zannu’l-câhiliyye; insanlar arasında mutlak adâleti gözetmeyen bir hukuk sistemi anlamında hükmü’l-câhiliyye; kadının sosyal hayatta olanca bir tutumla bedenini sergileyerek dişiliğini öne çıkarması teberrucü’l-câhiliyye ve aklıyla hareket etmeyip hisleriyle hareket eden kimsenin tavrı manasına hamiyyetü’l-câhiliyyedir. Bu vasıflar dikkate alınırsa, câhiliye sadece İslam öncesini değil, sonrasını da ifade eden bir genişliğe sahiptir. Nitekim hadis literatüründen öğrendiğimize göre Hz. Peygamberin ashâbı, Müslüman olduktan sonra önceki dönemleriyle ilgili hatıralarını, inançlarını, tutum ve davranışlarını anlatırken veya Hz. Peygambere o dönemdeki yaptıkları işlerin İslâm’daki hükmünün ne olduğunu sorarlarken “cahiliye” kelimesini kullanmayı tercih etmişlerdir.
İslam’a göre iki tür câhiliyeden söz edilebilir. Bunlardan ilki, Allah’ın hidayetini reddetmek anlamına gelen “küfür cahiliyesidir.”: “Allah, “Ey Nûh! O asla senin âilenden değildir. Onun yaptığı, iyi olmayan bir iştir. O halde hakkında hiçbir bilgin olmayan şeyi benden isteme. Ben sana cahillerden olmamanı öğütlerim” dedi.” (Hud, 11/46). Bir diğeri de kişi mü’min olmakla birlikte, İslam inancında günah olarak nitelendirilen amelleri işlemek manasına “mâsiyet/günah câhiliyesi”dir: “Yûsuf, “Ey Rabbim! Zindan bana, bunların beni dâvet ettiği şeyden daha sevimlidir. Onların tuzaklarını benden uzaklaştırmazsan onlara meyleder ve cahillerden olurum” dedi. (Yusuf, 12/33).
Netice olarak, câhiliye, hayatın tüm alanlarında Allah’la irtibatı kesmenin ortak adıdır. Câhiliye, salt bilgisizlik değil, asıl anlamı Yüce Allah’ı tanımamaktır. Yerine göre bilgisizlikten kaynaklanan mâsiyetler de cahiliye kavramı içerisine girmektedir. Aynı zamanda cahiliye, bir vasıf olup insanlık tarihinde yaşanmış olan muayyen bir dönemden ibaret değildir. Cahiliye kendine mahsus belirli bir zihniyet ve hayat anlayışına sahip bir yaşayış biçimidir. Bu açıdan, cahiliye vasıfları İslam’ın olmadığı bütün zaman ve dönemlerde tekrar nüksedebilir. Eğer cahiliyet vasıfları bir toplumda yürürlükteyse, orada cahiliyetin varlığına hükmedilir. Yapılması gereken, cahiliyet toplumundan kaçmak değil, Hz. Peygamberin Mekke döneminde yaptığı gibi sözel ve örnek oluşturmaya dayalı bir davet yöntemini sürdürmektir. Câhiliyenin özünü “Allah’a ortak koşma” inancı oluşturur. Buna göre, cahiliye toplumunun itikadi yapısı ve ibadet uygulamaları bir bütünlük arz eder. İslam geldiği zaman din anlayışlarının parçasını oluşturan küfür ve masiyet cahiliyesini iptal etmiştir. Hz. Ömer’in de dediği gibi, İslam’da cahiliyyeyi bilmeyenler türeyince, İslam’ın düğümleri teker teker çözülür. Tevhid şirke, hak batıla, iman küfre, helal harama, sevap günaha karıştırılabilir. Bu açıdan yapılması gereken gerek itikat ve gerekse ibadet İslam’ını doğru bir şekilde öğrenmek ve hayata geçirmektir.