“Kadın” dendiği zaman nedense herkesin aklına “kadın hakları” ve dolayısı ile kadının ailede ve toplumdaki hakları gelir. Bunların başında eğitim ve öğretim hakkı gelse gerektir. Ben burada, hakkında çok yazılan diğer meseleleri bırakarak kadının ilim hayatına dikkat çekmek istiyorum.
Çünkü ben kadınların hiç bitmeyen ev işlerinden dolayı ilme yeterince vakit ayıramadıklarını ve dolayısıyla kendilerinin “âlim” olamıyacağını düşündüklerine inananlardanım. Dikkat ederseniz, “okumak”, “öğrenmek” ya da “akademisyen olmak” demiyorum, “âlim olmak”tan sözediyorum. Kadın olsun erkek olsun herkes, herhangibir konuda bir İslam âlimin görüşünden sözederken, mutlaka bir erkek âlimin görüşüne baş vurur. Çünkü hanım âlimlerin görüşleri yaygın olarak bilinmemekte ve referans alınmamaktadır. Bu, hanım âlimlerin bir bakıma küçümsenmesidir . İslam kültür tarihinde bu küçümsemeyi bizzat kadının kadına yaptığına çok ilginç bir örneğimiz de vardır: 1600lü yıllarda Kütahya Mevlevîlhânesi şeyhliği yapmış olan Mesnevîhân Kâmile Hanım, bulûğ yaşına dek birçok hocadan ders almış, ama bu yaştan sonra ailesi artık erkek hocalardan ders almasına izin vermez ve sadece kadın hocalardan ders almasını isterler. Çok ilginçtir ki Kâmile Hanım “kadınlardan ders almaya tenezzül etmez” ve başka erkek ders veremiyecekse, sadece babasından ders almakta diretir. Ama babası dergâhın şeyhi olarak yoğun işleri arasında bazen kızının derslerini ihmal etmekte, o da buna çok üzülmektedir. Menkibeye göre, Allah onu bu üzüntüsünden kurtarmak için, kendisine uykusunda âlem-i hayalden hocalar gönderir. Onlardan öğrendiği “ilm-i nâfiayı, maarif-i ledünniye”yi sular seller gibi başkalarına aktarır duruma gelir.
İlahiyat talebeleri dahil birçok hanım dahil âlim hanımların isimlerinin bile bilinmediğini sınıfımdaki öğrencilerimle olan tecrübelerimden gayet iyi biliyorum ve burada hiç olmazsa bazılarına dikkatleri çekmek istiyorum. Burada hemen, ünlü hanım ilim ve sanatçıların biyografilerini veren üç temel eserin adlarını da zikrederek konuyla ilgili detaylı bveriyi yerinden öğrenmek isteyenlere yardımcı olalım: Mehmed Zihni Efendi, Meşâhirü’n-Nisâ, 2 c. Ed. B. Çetiner. Istanbul 1982: Şâmil; Ömer Rıza Kehhâle, Aʽlâmü’n-nisâ. vol. c. Dimeşk 1378/1959: Matbaatü’l-Hâşimiyye; ve Zeyneb bint Yusuf el-Âmilî, ed-Dürrü’l-mensûr fî tabakât rabbeti’l-hudûr, Beyrut 1312: Dârü’l-Marife. İslam Ansiklopedisinin (DİA) çeşitli, mesela Aişe, Fâtıma, Esmâ, Sittü ve Zeyneb ile başlayan maddeleri de konuyla ilgili öz bilgiler ve literatür sunmaktadır.
Tarihe baktığımızda görüyoruz ki İslam toplumunda hanımlar, konu ilim olunca hiçbir kısıtlama ile karşılaşmamış, günümüzdekinden daha serbest bir şekilde faaliyetlerini sürdürmüşlerdir. Mesela genelde inziva halinde/yalnız yaşayan Fâtıma bint Abbâs (ö. 714/1315), bazen minbere çıkıp erkeklere vaaz eder, onlarla ilmi tartışmalara girerdi. Birara, meşhur İbn Teymiyye (ö. 728/1328) ona engel olmaya ve minberden indirmeye çalışmışsa da, rüyasında, Hz. Peygamber’in: “O saliha bir kadındır” dediğini görerek bundan vazgeçmişti.
İslam tarihinde hanımların isimlerine daha çok hadis, fıkıh, hat ve edebiyat gibi sahalarda rastlıyoruz. Ve çok gariptir ki yakın dönemlere kadar, “müfessir” sıfatıyla bilinen bir hanıma rastlamıyoruz. Öyle görünüyor ki kadınlar Tefsir ilmini çok masculine/erkeklere has bir alan olarak düşünmüşlerdir. Ya da Tefsir ilmi, diğer ilimlerden daha şiddetli bir şekilde “diğer bütün ilimlerde derin bilgi sahibi olmayı” gerektirdiğinden ve kadınlar kendilerini bu boyutta bir âlim olarak düşünmediklerinden, yani tevazularından dolayı, bu sahada eser bırakmamışlardır. Bildiğimiz ilk tefsir kitabı 20 asır ilim dünyasında yetişmiş olan Dr. Aişe Abdirrahman bint eş-Şâti’ye ait et-Tefsiru’l-beyâni li’l-Kur’âni’l-Kerîm (2 cilt, Kahire 1966)’dir.
DEVAM EDECEK…