Arapça’da “insan” sözcüğü “nisyan/unutmak”tan türemiştir. İnsanı melekten ayıran temel özellik, Yüce Allah’ı unutarak O’na isyan etme potansiyeline sahip bir varlık olmasıdır. Bu sebeple Yüce Allah yarattığı bu varlığın kendisini unutmaması için başta Peygamberler göndermiş, Kitaplar indirmiş, akıl vermiş, âfâk ve enfüste kendi varlığının delillerini ortaya koymuştur. İnsanoğlu bütün bu uyaranlara rağmen Yüce Allah’ı ve O’nun gönderdiği İlahi rehberliği unutarak masiyet işleyebilmektedir. Esas olan insanın hatasını anlayıp her daim Rabbine dönmesi ve O’na olan teslimiyetini göstermesidir. Bütün hata ve kusurlarına rağmen Rabbimiz onlara “Ey kullarım!” diye merhamet ve sahiplenme temelli bir hitapta bulunmaktadır. Arkasından velev ki kendi nefislerinize karşı haddi aşarak günah işlemiş olsanız bile, Allah’ın rahmetinden ümit kesmeyin. Allah (dilerse) bütün günahları bağışlar; doğrusu O çok bağışlayıcı, çok merhametlidir” (39/Zümer 53) şeklinde seslenmektedir.
İnsanın hayatında; cahiliye ve İslam olmak üzere iki dönemi olabilir. Kişi Müslüman olunca önceki hayatında işlediği günahlar silinir. Nitekim Hz. Peygamber (a.s)’dan gelen bir rivayette İbn Şumâse el-Mihrî şöyle demiştir: Amr b. As (r.a)’ın yanına vardık. Kendisi ölüm döşeğinde idi. Uzun zaman ağladı ve yüzünü duvara çevirdi. Oğlu: Babacığım! Rasûlullah (s. a. v) seni filân şeyle müjdelemedi mi? Rasûlullah (s.a.v) seni filân şeyle müjdelemedi mi? demeye başladı. Bunun üzerine Amr (r.a) yüzünü (bize) çevirerek: Şüphesiz ki; hazırlamakta olduğumuz şeylerin en faziletlisi Allah'tan başka hakkıyla ibadete layık hiçbir hak ilâh olmadığına ve Muhammed (a.s)’ın O'nun Rasûlü olduğuna şehadet etmektir. Şüphesiz ki ben üç hal üzere bulundum. Düşünüyorum da ''Bir vakitler'' Rasûlullah (s.a.v)’e benim kadar şiddetle buğz eden bir kimse yoktu. İmkânını bulup da onu öldürmüş olmak kadar da bence makbul bir iş yoktu. Şayet bu hal üzere ölmüş olsaydım muhakkak cehennemlik olurdum. Allah, İslam'ı kalbime yerleştirdiği zaman Peygamber (a.s)’a gelerek; "Uzat sağ elini de sana beyat edeyim" dedim. Hemen sağ elini uzattı. Ben elimi çektim. Rasûlullah (a.s): «Ne oldu sana ya Amr!» dedi. Şart koşmak istedim, dedim. «Neyi şart koşuyorsun?» buyurdular. ''Af olunmam'' dedim. Bunun üzerine Rasûlullah (a.s): «Bilmez misin ki İslâm, kendinden önceki günahları yok eder, hicret de ondan önceki günahları yok eder, hac da ondan önceki günahları yok eder?» buyurdular. (Artık) Benim nazarımda Rasûlullah (a.s)’dan daha sevgili ve ondan daha büyük bir kimse kalmadı. O'na karşı duyduğum saygıdan dolayı kendisine doya doya bakamıyordum. Benden onu vasfetmemi (anlatmamı) isteseler buna güç yetiremem. Çünkü O'na doya doya bakamazdım. Şayet bu hal üzere ölmüş olsam cennetlik olmamı kuvvetle ümit ederdim. Sonra birtakım şeyler üzerimize aldık ki onlar hakkında halim nice olur bilmiyorum. Öldüğüm zaman beraberimde hiç bir yasçı (yas tutmak için kiralanan kimse) ve ateş bulunmasın. Beni defnettiğiniz zaman üzerime toprağı iyice döşeyiniz. Sonra kabrimin etrafında bir deve boğazlanıp da eti taksim edilinceye kadar durun ki, sizlerle ünsiyet edeyim ve Rabbimin elçilerini nasıl karşılayacağımı düşüneyim, dedi.” (Müslim “İman” 121).
Kur’an-ı Kerim’de geçen bir ayette de insan, İslam hidayetini kabul ettiği takdirde Yüce Allah tarafından günahlarının bağışlanacağı ve annesinden doğduğu gibi tertemiz olacağı beyan edilmiştir: “O inkar edenlere de ki: "Eğer (küfürlerinden) vazgeçerlerse geçmişteki günahları bağışlanır..” (8/Enfal 38). Bu sebeple Allah’ın rahmetinden ümit kesilmez. Çünkü kâfirlerden başkası Allah’ın rahmetinden ümit kesmez. (12/Yusuf 87). Rabbimiz dilerse kullarının günahlarını bağışlar. Şunu da bilelim ki, kullarının tövbelerini kabul etmek Allah’a zorunlu değildir. Çünkü O, yaptıklarından sorumlu değildir. Bu konuda O’nun bağışı ümit edilir. O dilerse affeder, dilemezse affetmez. Bu konuda mü’min ümit ve korku arasında olmalıdır. Çünkü “Allah, dilediğinin tövbesini kabul eder.” (9/Tevbe 15) Ama bütün bunlara rağmen O’nun kullarının tövbelerini kabul edip günahlarını bağışlaması kuvvetle muhtemeldir. Tövbenin kabul edilmesi doğrudan O’nun ilahi meşieti ve dilemesiyle ilgili bir konudur.
Netice olarak, insan, Allah’ın sınırlarına tecavüz etmemelidir. Eğer haddi aşarak günah işlemişse, tekrar Rabbine dönmelidir. O’nun rahmetinden ümit kesmemelidir. Kur’an’da “Allah’ın rahmetinden ümidin kesilmemesi” tavsiyesi, günaha teşvik için değil, en günahkâr kimseleri bile bir an önce tövbe edip Yüce Allah’a yönelmeye teşvik içindir. Kaldı ki Yüce Allah kendisinden ümit kesilmemesi gerektiğini vurguladıktan sonra, bağışlayıcı ve merhametli olduğunu vurgulaması affedici oluşunun en büyük işaretidir.