Türkiye ve Pakistan’ın ortak girişimi olarak Birleşmiş Milletlere sunulan teklifle 15 Mart, İslamofobiyle Mücadele Uluslararası Günü olarak ilan edildi. Böylece iki kardeş devlet, İslam düşmanlığının varlığını, BM üzerinden tüm dünyaya kabul ettirmiş oldular.
Bu düşmanlık dünyanın bütün coğrafyalarında mevcut: Halkı Müslüman olan ülkeler de paylarını alıyorlar. Her vesileyle İslam’a ve Müslümanlara hakaret etmenin ne kadar kolay olduğunu gösteren yaygın örnekleri geçtiğimiz günlerde tecrübe ettik.
Yanlı medya kuruluşlarının bilinçli bir biçimde (t)üretttikleri bu düşmanlık esasen bugünün meselesi de değil. Yüzyıllardır körüklenen düşmanlığın, doruğa ulaştığı bir dönemde yaşıyoruz.
Gayrimüslim toplumlardaki düşmanlığı bir dereceye kadar anlamak mümkün: Ya hiç tanımamışlar ya da eksik tanışmışlar İslam’ı ve Müslümanları. Fakat Müslüman olduklarını söyleyenlerin saldırı ve düşmanlıkları galiba başkaca sebeplere dayanıyor.
Var içlerinde bir kin; izah edilmemiş nefret.
Bu girişim, dünyaya ilan edilmiş bir duyuru hükmünde. BM, İslam ve Müslümanlar tanınmadan düşmanlık üretildiğini söylüyor.
15 Mart’ın anlam ve önem ifade edebilmesi için içinin iyi doldurulması gerektiği aşikâr. Sadece anma ya da anlama değil, bilimsel araştırma, veri ve raporlarla desteklenmesi lazım geliyor.
Başta Avrupa ve ABD olmak üzere İslam düşmanlığının, Müslüman hazımsızlığının kurumsallaştığı coğrafyaların ‘kazanılması’ adına girişim, bir vesile olabilir.
Bundan sonraki dönemlerde yürütülecek faaliyetlerin iyi planlanması bakımından sadece merkezi yönetimi değil, yerel yönetim kuruluşları ile üniversiteleri büyük sorumlulukların beklemekte olduğu görülmektedir.
Bu konuda atılmış olan adımların yeterli olduğunu söylemek mümkün değil. Fetö şeytanını bile iyi tanıyamayan, tanıtamayan, mücadelede başarısız olmuş olan kişi, kurum ve kuruluşların daha üst seviyede ve dünya ölçeğinde çalışmalar yürütmesini beklemek safdillik olur herhalde.
İyi örnekleri çoğaltmak için topyekûn bir çaba içine girmek gerekiyor. Mademki böyle bir imkân var, tüm dünyaya İslam düşmanlığı ile mücadele günü adı altında bir girişim başlatılmış, içini doldurmak herkese düşüyor. Zira bu günler belli bir hassasiyet oluşturmak için vesile oluyorlar.
Samimi kanaatim, bu imkânın yeterince kullanılamayacağı yönünde. 15 Mart yaklaşırken birileri çıkarak DAEŞ görünümlü örgütler üzerinden yine saldıracak. Kafa koparma, vücut parçalama görüntüleri eşliğinde Müslümanların ne kadar tahammülsüz, ne kadar gayri medeni olduğunu yayacaklar.
Mücadele için sadece bu günü beklemek gerekmiyor olsa da bu tarih bir milat olarak değerlendirilebilir. Öyleyse, 15 Mart 2023 için şimdiden çalışmalara başlamak gerektiği ortadadır.
YÖK, Diyanet İşleri Başkanlığı, üniversiteler kendilerini görevli hissetmelidir. Destek bakımından diğer tüm kuruluşlar ve kişiler de sorumluluk almalıdır.
Her şeyden önce sahiplenecek kurumsal bir yapı bulunmalıdır.
Dünyanın her yanındaki Müslüman topluluklarla dayanışma halinde yürütülecek çalışmaların mutlaka bir karşılığı olacaktır.
Sivil toplum mutlaka sürece dahil edilmelidir.
Üniversiteler niçin birer merkez oluşturmaz, kürsü kurmazlar?
Sonuç olarak; Türkiye’de ve dünyada yapılacak o kadar çok iş var ki, gece – gündüz çalışılsa yeterli olmaz. Yüzyılları bulan ihmallerimizin bir çırpıda telafisi kolay bir iş değil. Ama öncelikle bu konuda çalışma iradesi ortaya konulmalıdır. Aksi halde altından kalkamayacağımız bir süreci başlatmış oluruz.
İyilik her zaman yukarıdan gelmiyor; aşağıdan, toplumdan da bu yönde bir talep olması lazım.
Sorumluluğu bulunanları yükleri büyük: Farkındalar mı acaba?