II. Meşrutiyet dönemi siyasal akımlarından gerek Türkçülerin, gerek İslamcıların ve gerekse Batıcıların ortak hedefi, tek cümle ile “Osmanlı nasıl kurtulur?” sorusuna cevap aramaktır. Bu sebeple her bir akım, farklı projeler önermişlerdir. Bu proje sahiplerinden birisi de İslamcılara aittir. Üç tarz-ı siyasetten birisi olan İslamcılık, sömürgeciliğe karşı durmada ve İslam topraklarını korumada küresel bağlamda yeni bir Müslüman yorumu geliştirmek ve yeni bir Müslüman yetiştirmeye dayalı bir harekettir.
Osmanlı ve Osmanlı hinterlandında yaşayan İslamcılar, Müslüman zihniyette yeni bir dinî söylem oluşturabilmek için üç temel ilkeyi hayata sokmayı amaç edinmişlerdir: (1) Yeniden Kur’an ve Sünnete dönmek, (2) İslam dünyasında yeni meselelere çözüm bulmak ve İslam’ın aktüel değerine katkı vermek için içtihat müessesesini canlandırmak; (3) ve cihat ruhunu diri tutmaktır.
19.yüzyıl İslam dünyasının şartları içerisinde geliştirilmiş olan bu diriliş projesi bugünün ihtiyaçları açısından bakarsak, kaynaklara dönüş ve fikrî/içtihâdî cihad şeklinde iki maddede toplanabilir. Kaldı ki bu hareket, 1400 yıllık ümmetin ilmî ve irfani birikimini de meşru görmektedir. Bu modern projeden yegâne amaç, Batılılar tarafından etnik milliyetçiliğin yaygınlaştırıldığı bir dönemde Müslümanların vahdetini korumak için bütün bir yeryüzünde ittihâd-ı İslam’ı gerçekleştirmektir.
İslamcılar, yeni bir İslam yorumu geliştirirken “gelenek asıl, yenilik elzemdir” bakış açısıyla hareket etmişlerdir. Onlar kapalı bir havzada yaşamayı değil, özlerini korumak şartıyla bakışlarını maddi yenileşme alanında bütün havzalara açık tutmuşlardır.
İslamcılık, dinin temel ilkeleriyle örülü, beşerî bir mülahaza biçimidir. Müslümanlık ise, İslamcıların mensup olduğu vahye dayalı bir dinin adıdır. Buradan hareketle, İslamcıları Müslümanlığın dışında görmek doğru değildir. Belki İslamcıların içerisinde onların siyasi görüşlerini benimsediği halde İslam’a mensup olmayan insanlar vardır. Bunlar, bir elin parmaklarını geçmeyecek kadar da azdır. Özde İslamcılık, İslam’ın kurucu ilkelerine bağlılığı temel şiar edinmiş fikrî/entelektüel kimselerin temel niteliğidir.
İslamcıların hedefi, İslam topraklarından sömürgeci güçlerin atılmasını sağlayacak yeni bir Müslüman nesli yetiştirmektir. Yeryüzünde ümmet birliğini tesis edecek bu yeni neslin temel vasıfları; iman ve amel bütünlüğüne sahip olmak, dünyada meydana gelen olayların arka planını iyi anlamak ve ona göre tavır geliştirmektir.
İslamcılık hareketi, tek tip bir yapı değil, çok farklı kulvarlarda dolaşan âlim ve entelektüellerden oluşan çoğulcu, homojen bir yapıdır. Örneğin, Mehmet Akif’te dışa açıklık, Mustafa Sabri’de tepkisellik, Said Halim Paşa’da problemleri analiz, Said-i Nursî’de yenilenme fikri önplandadır. Ama hepsinde bir yenilenme düşüncesi vardır. Yenilenme psikolojik açıdan insana heyecan verici bir kavramdır. Eğer ayarı kaçırılırsa, beraberinde bir takım yozlaşma, savrulma ve yabancılaşmayı da getirebilir. Mezhepler tarihinde ortaya çıkan merhum Necip Fazıl’ın “doğru yolun sapık kolları” dediği anlayış bunun en açık örnekleridir. İyi niyetlerinden kuşku duymadığımız İslamcılık akımı da hedeflerini gerçekleştirirken o günün tarihsel psikolojisinden hareketle bir takım hatalı yollara girmişlerdir. Bu ayrı bir tartışma konusudur.
Bugüne gelince, İslam coğrafyalarında İslamcıların üç maddede özetlenen projesi geçerliliğini yitirmemiştir. Eğer İslamcıların önerdiği üç maddelik diriliş programı, daha canlı bir şekilde hem birey zihniyetinde ve hem de kurumsal bazda yeniden işlevsel hale getirilirse, ümmetin toparlanmasına hizmet edebilir. Esas olan İslamcıların “özgürlük ve adalet” projesini fikri ve kurumsal planda hayata geçirebilmektir. Özgürlük, adalet ve şefkat temelli medeniyetimizin önü açıldıkça, Yüce Rabbimizin barış olan es-Selam ismi bütün bir yeryüzünü rahmet iklimiyle kuşatacaktır.