Şehirde hayat, küçüklü büyüklü ırmaklarla kendi mecrasında akıp gidiyor. Bir tarafta sanayiler, bir tarafta resmi kurumlar. Bir tarafta esnaflar, ulaşımla uğraşanlar. Bütün herkes kendine çizilmiş rotasında seyrüsefer içerisinde. Bir de parayla pulla işi olmayan kültürel faaliyetlerle uğraşanlar var. Onların kimi müzikle, kimi edebiyatla iştigal ederken, kimileri de gazete, dergi çıkarma peşinde koşturup dururlar. Ayrıca görsel medyada kendine alan açmak için çaba gösterenler var. Bugün bu yazımın konusu bütün bunların içinden bir kesim; ismi diğerlerine göre daha az duyulmuş şairler, yazarlar.
İçlerinden biri olarak, bu şairlerin yazarların büyük bir gayretle bu işe sarıldıklarını ve eser vermek için nasıl fedakârlıklarda bulunduklarını öncelikle söylemek istiyorum. Her biri bir dünya görüşüne sahip olan bu insanlar, kendi fikir, düşünce ve inançları doğrultusunda edebi ürünler ortaya koyuyorlar. Yaşadıkları şehri, tarihi, kültürü farklı açılardan yazıyorlar. Bu ürünlerden hiçbir maddi beklentileri de yok. Hatta kendi bütçelerini zorlayarak bunların geleceğe kalması için başta kitap çıkarmak olmak üzere birçok gayretin içerisinde çırpınmaktalar. İlk dileklerinin kendi duygu ve düşüncelerinin toplum tarafından bilinmesi, duyulması ve ilgilenilmesi diyebiliriz. Sonra okumaya, yazmaya ve kültürel değerlere karşı insanları teşvik etmek hevesini taşıdıklarını da söyleyebiliriz.
Dışarıdan bakınca güzel bir uğraş gibi görünse de bu gerçekten çok zor ve sabır isteyen bir iştir. Mesela yazıları, şiirleri az okunur, dinleti ya da konferans düzenlense katılım düşük kalır, kitap çıkarsalar yakın çevrelerinden bile gerekli ilgiyi göremezler. Konser verseler bilet satamazlar, tiyatro yapsalar boş koltuklara oynarlar. Tabi ki bunlar, yine dışarıdan bakanlar için çok önemli şeyler değildir. Ancak bu saydığımız şeyleri yaşamak ve kabul etmek, sindirmek, özellikle de bu ince düşünen, naif insanlar için çok zordur. Zor gelen şey, kesinlikle bunları paraya ya da şöhrete çevirememek değildir, zor olan böyle organizasyonları bir daha yapmak için alamadıkları maddi imkân ve manevi destektir.
Bu kadar ortaya çıkıp, bir şeyler yapabilenler bile şanslı sayılır. Zira niceleri var ki yazdıkları romanları, şiirleri, makaleleri, öyküleri gün yüzüne çıkaramazlar. Maddi imkânları yetmez ya da ortamın yabanında kalırlar. Arka odalarda, tozlu raflarda, kırık dökük çekmecelerde boynu bükük kelimeler, kalbi kırık cümleler, sararmış romanlar, garip kalmış mısralar öylece durur. Gün gelir sahipleri ölür ve mirasçıları bunları toplayıp çıkarırlar oldukları yerden. Kimi eskicilerin tablasında, kimi çöp konteynırlarının içinde, kimileri de bilinmez nerelerde köşe bucak savrulur giderler. Çok azı kadir kıymet bilenlerin eline geçer ve gün yüzü görürler. Oysa onlar için ömür harcayan insanlar, gelecek nesiller hayatı daha iyi anlasınlar, sevgiyi, hayal kurmayı, umut etmeyi bırakmasınlar diye yazmışlardır bütün bunları.
Sigaraya şu kadar, bir yemeğe bu kadar, bir tatile o kadar parayı gözünü kırpmadan verenler, spor kulüplerine sponsor olanlar, reklam yapmak için milyonlar harcayanlar, bu insanları görmezler, onları merak etmezler, bir yerde karşılarına çıksa gereken ilgiyi göstermezler. Sonra bu ülke için her şeyi yapacaklarını, bu şehir için her türlü fedakârlığa hazır olduklarını söylerler. Oysa bu ülke, bu şehir taştan topraktan ibaret değildir. Bu ülkenin bir ruhu, bir tarihi, bir geleceği vardır. Edebiyat ve kültür eğer korunmazsa ne ruh kalır ortada ne de gelecek…
Kendi hikâyesine sahip çıkamayan milletler başkalarının öyküsüne figüran olurlar. Kendi şehirlerinin değerlerine sahip çıkmayanlar diğer milletlerin oyuncağı haline gelirler. Kitapçılarda vitrine konan yazarlara bir göz atın, gençler neler okuyor, kimlere ilgi gösteriyor? Milli değerlerimizin zarar görmesini istemiyorsak, yerel değerlerimizi parlatmamız gerekir. Bu şehrin yazarları, şairleri, sanatçıları olmalıdır Türkiye klasmanında, dünya çapında. Sadece bu yüzden bile sözünü ettiğimiz insanlara destek verilmeli, gün yüzüne çıkarmalı, vitrine koymalıdır. Bakarsınız ki içlerinden birkaçı kalitesini ortaya koyar ve bu şehrin bir değeri olur.
Çok fazla maddeci bir toplum olduk son zamanlarda. Bunun biraz olsun değişmesi gerektiğine inanıyorum. Masalsı havasını kaybetmiş, düş kurmayı bırakmış, umuda sarılmayı düşünmeyen bir zamanda, mekânda ve iklimde yaşamaya başladık bir süredir. Artık çok bağıranlara değil, sessiz sakin konuşanlara da kulak verme zamanı geldi.
Sevgiyle kalın.