Yusuf Hayaloğlu, "Başım Belada" isimli şiirinde, "Nerden baksan tutarsızlık, nerden baksan ahmakça." diyordu. Maalesef, bugün bu yazıyı kaleme almamıza sebep olan gelişmeler, nereden baksan tutarsız, nerden baksan ahmakça! Tiyatrocu Ferhan Şensoy, her fani gibi ölmüş. Ses Tiyatrosu'nda yapılan cenaze töreninde önce Ali Poyrazoğlu sonra Ahmet Cihat Tamer konuşma yaptılar. Her ikisinin de konuşmasında ortak bir cümle var. Ölen tiyatrocunun "göçmüş oyuncular bahçesinde, neşeli/ışıklı bir meyhanede daha önce ölen tiyatrocularla kafayı çektiğini" söylüyorlardı. Bu nasıl bir inanç, nasıl bir din? Ya da nasıl bir konuşma? Nerden baksan tutarsız, nerden baksan ahmakça...
Zira muharref, primitif, beşeri dinlerin bile hiçbirisinin ahiret inancında, ahirete gidenlerin, ışıklı bir meyhanede yandaşları ile kafa çekeceğine dair, sarhoşların, berduşların, ayyaşların ahiret hayatında da meyhaneye gittiğine dair bir bilgi, bir inanç yok. Konuşmayı yapanlar ve alkışlayanlar ahirete inanmıyorlar desek, her iki konuşmacıda daha önce ölen aynı frekanstaki diğer tiyatrocularla neşeli bir meyhanede buluştuklarını ve kafa çekmekte oldukları inancını ifade ediyor. İnanç değil de, lafın gelişi, tiyatro salonunu dolduran, törene katılanları avutmak ya da uyutmak için söylenmiş sözler olduğunu değerlendirirsek, bu sefer de ölmüş bir kişinin meyhaneye gideceğini ifade etmek, "merd-i kıpti şecaat arz ederken, sirkatin söyler" babında absürt durum ortaya çıkarıyor. Yani nerden baksan tutarsızlık, nerden baksan ahmakça.
Söyleyenleri veya söylenenlere inananları deist, teist, ateist, panteist, agnostik ve benzeri kabul etmek de mümkün gözükmüyor. Bu tür inanışlarda(inançsızlıklarda) ahiret inancı, ölümün son olmadığı, ölümden sonra yeni bir hayatın varlığı inancı da yoktur. Yine nerden baksan tutarsızlık nerden baksan ahmakça. Ancak işin tuhaf tarafı, bu sözleri kameralar karşısında söyleyenlerin bu ülkede entellektüel, ilerici, çağdaş, ışıklı bireyler kabul edilmesi.
Diğer taraftan Yargıtay binasının ve 2021-2022 Adli Yıl Açılış Programının dua ile açılması, dışarıdan fonlanan birkaç gazeteciyi rahatsız etmiş. Gazeteci sıfatlı şahıs, katılmış olduğu bir canlı yayında dua ile alakalı olarak: "Dinle olmaz bu iş. Binanın açılışının duası gibi sunulmaya çalışılıyor. Ya böyle bir Türkiye, böyle bir dünya yok. Böyle bir Türkiye olamaz. Bu Orta Çağ ritüelidir. Bu tören bir Orta Çağ seremonisidir." dedi. Bu, "pozitivist düşünce yapısının, dinsiz bir toplum ve dünya anlayışının tam olarak dışa vurumudur" diyebiliriz. Bu hezeyana karşı, Cumhurbaşkanlığı İletişim Başkanı Fahrettin Altun Bey "Nasıl başladı, nasıl devam ediyor?" diyerek, Ankara'da açılan ilk meclis binasının açılış töreninden ve Yargıtay binasının açılış töreninden dua görüntülerini paylaştı. Bunun üzerine, duaya ortaçağ seramonisi diyen zihniyet dumura uğradı. Akabinde Twitter'da "Devletin dinselleştirilmesine dayanak yapılmak istenen 23 Nisan 1920'de Meclis'in kuruluş/açılış töreninin dualarla yapılmasına ilişkin fotoğraf işinize yaramaz. Çünkü o Meclis ve açılışta dua edenler devrimcidir. Saltana ve emperyalizme karşı savaştılar. O Meclis, M.Ali Güller'in anımsattığı gibi, 1922'de saltanatı, 1924'de hilafeti, 1928'de de "devletin dini islamdır" ibaresini kaldırdı. Dahası 1923 de ise Cumhuriyeti ilan ederek, yönetme iradesini, kendisini Allah'ın yer yüzündeki temsilcisi sayanlardan alıp millete verdi. Laiklik ilkesi ve onu ilan eden Meclis, 'milletin dini olmaz' demez, 'devletin dini olamaz' der. Doğrusu budur, tersini söyleyen de yoktur. Bu saçmalık üzerinden tartışma yapmaya kalkmak, ya ahmaklık ya da cahilliktir. Yeniçerilikle gazeteciliği karıştıranlar buna dahildir." dedi. Yine nerden baksan tutarsızlık, nerden baksan ahmakça...
Zira bu fotoğrafta, saltanatı, hilafeti ve "devletin dini İslam'dır" ibaresini kaldıran meclise başkanlık yapan Mustafa Kemal ve hazırûnun dua ettiği görülüyor. O zaman bu şu anlama geliyor ki; Mustafa Kemal'de bu gazeteciye göre bir ortaçağ ritüeli, bir ortaçağ seramonisi gerçekleştiriyor. Bunu söylemek, yani Mustafa Kemal'i gericilikle veya çağ dışılıkla itham etmek 5816'ya göre suçtur. Gazetecinin yukarıdaki ifadelerinden sanki fotoğrafta dua edenlerin takiyye yaptığı imâsı var ki; bu da yine 5816'ya göre suçtur. Sayın savcılarımızı göreve davet ediyorum. Dinsizliği, entellektüellik, çağdaşlık zanneden, dinden uzaklaşarak devrimci olduğunu zanneden, bu akıl ve muhakeme fukarası zevata kanunen haddinin bildirilmesi gerekiyor. Zira kendi tutarsızlıklarını savunmak adına daha farklı tutarsızlıklar ve çelişkiler yumağı ortaya koyuyorlar. Her türlü kavramı ve değeri suistimal edip, anlam kaymasına maruz bırakıp, tarihi bağlantılarını ters takla attırarak dile getirdikleri ifadeler, maalesef akıl, izan ve muhakemeden uzak bir durum arz ediyor. Lakin, toplumdaki taraftarlık ve tarafgirlik duygusu birçok insanın gözüne at gözlüğü taktığı için gerçeği görme noktasında ve gerçeğin ışığında hadisâtı değerlendirme noktasında da bir değer arzetmiyor.
Işıklı meyhane inanırlarının bu tür hezeyanlarla gündeme gelmeleri, psikiyatrların incelemesi gereken şizofrenik bir vakıa. Ama bu tür şizofrenlere gönül veren, peşinden giden, onların hezeyanvâri, tutarsız ve absürt açıklamalarında hikmet arayan belirli bir güruh da maalesef bu toplumda var. Amacımız birkaç kişiyi muhatap alarak onların bu saçmalıklarına cevap vermek değil. Bu tür inanış, kabulleniş ve tarafgirliğin akıl ve muhakemeden yoksun olduğunu dile getirerek toplumu uyarmaktır.
Dua bir ortaçağ ritüeli değil, ilk insandan bu yana var olagelen, sadece bir İslam'a ve Müslümanlara özgü olmayıp, bütün inançların bir uygulamasıdır. Kaldı ki gazetecinin Orta Çağ diye nitelendirdiği çağ'ı kapatıp, Yeni Çağ'ı açan Fatih, peygamber övgüsü almış ve Müslümanların duasını hâlâ almaya devam eden, İslam Kültür ve Medeniyetinin yetiştirdiği dönemine kıyaslanamayacak aydınlıkta, "İki ordu vardır: Biri gazâ ordusu, diğeri de duâ ordusu ve bu savaşlar, bu iki ordunun ittifakı ile kazanılır!" inancında, bir Müslüman devlet adamıdır. Işıklar içerisinde uyumayı hayal eden, ışıklı meyhanede kafa çekeceğine inanan, ışıklı bireylere duyurulur.