İş hayatının iki önemli ve vazgeçilmez unsurudur işveren ve işgören.
İkisi de birbirinin varlığına muhtaçtır bu sıfatların devamı için.
Karşılıklı konuşmalarda işverenlerin en çok yakındıkları ve ağırlarına giden durum, çalışanın kendini vazgeçilmez görmeye başlaması ve keyfi davranışlarını da bu düşüncesine eklemesidir.
İşletme sahibi işverendir ve her zaman saygıyı hak eden konumundadır. Bir toplumun ekonomisinin en önemli dinamiği konumundadır.
İşverenin bulunmadığı bir ortamda işgörenin kıymetinden bahsetmek abesle iştigal bir durumdur.
Bu hükmün zıddıyla ifadesi de kabulümüzdür elbet. Ancak ortaya çıkış itibariyle önem atfedeceksek önce işyerinin kurulması gerekiyor ki, bunu da yapan işverendir.
Birçoğumuz, çalışanların işverenlerini dolandırdıkları yönündeki haberleri duymuşuzdur, şahit olmuşuzdur ya da bizzat bu tür bir olayın öznesi olmuşuzdur.
Bu tür olayların işverenleri olumsuz yönde etkilediklerinde şüphe yoktur. Bu olay, belli bir süre işvereni meşgul eder ve karşılıklı konuşmaların konusunu teşkil eder.
Bir işveren, çalışanının kendisini vazgeçilmez görmesi ve işverenin kendisine her durumda muhtaç olduğunu düşünmesinden etkilenmekte ve hatta zihninde, yüklü miktarda parasının kaybından daha fazla iz bırakmaktadır.
Çalışanın sahip olması gereken en önemli erdemlerden birisi, hizmet gördüğü ortamı sahiplenmesi ve ortamdaki aksaklıklara müsaade etmemesidir.
Kendisinin bulunmayacağı bir iş ortamında birçok işin yolunda gitmeyeceğini düşünerek tavır sergileyen ve kendisini olmazsa olmaz gören bir çalışandan erdem beklemek mümkün değildir.
Her fırsatta bu özelliğini kullanan çalışan, işverenlerin en çok zorlandıkları çalışan tipidir. Hatta bu tür çalışanlar, işverenleri işçi çalıştırmaktan soğutan önemli bir etken konumundadırlar.
Bu düşüncede olan çalışanların, işverenlerin zihninde yaptığı tahribat, paralarının çalınmasından daha ağır olmakta ve hatta işin düzeninin bozulmasına kadar giden ağır sonuçlar doğurmaktadır.
Kendini vazgeçilmez gören çalışan, işverenin kendisine herhangi bir söz söyleyemeyeceği düşüncesiyle, işyerinin imkanlarını kendi özel işleri için kullanmaktan çekinmeyerek işi daha da ileriye götürmektedir.
Bu yapıdaki çalışanlar, işletme için kurulu bomba durumundadırlar. Pimin çekilmesi an meselesidir. “İşi bırakıyorum” tehdidi, dillerinin hemen altındadır.
İşveren, işin yetişmesi ve verilen sözlerin yerine getirilmesi ile iyiniyetten yoksun ve keyfiyeti zirveye taşımış bir çalışanının tavrına sabır gösterme ikilemi ile karşı karşıya kalmaktadır.
Bu tür iş ilişkileri uzun süre devam etmemekte ve bu düşüncedeki çalışanların uzun süreli bir işverenleri olmamaktadır.
Uzun vadede, kaybedenin, kendisini vazgeçilmez gören işgören olacağını söylemeye gerek yok sanırım.
Daha önce de ifade ettiğimiz gibi, işe alımlardaki tavır, erdemsiz tavırlarla karşılaşmamak için çok önemlidir.
Her geleni, o an ihtiyaç diyerek işe aldığımız zaman, bu tür sıkıntıları göze de almış oluyoruz ki, şikâyet hakkımız kalmıyor.
Eskilerin dediği gibi, dürüst olan ile kabiliyetli olan arasında bir seçim yapmak zorunda kalırsanız, tavrınız dürüst olanı seçmek yönünde olsun. Kabiliyet elbet kazanılır.
Merhum Sebahattin Zâim Hocamızın sözünü de hatırlatarak yazımızı bitirelim:
“İnsanı bir araca benzetirsek, ahlâkı aracın direksiyonu mesâbesindedir. Bilgisi ve becerisi de aracın motoru mesâbesindedir.”
Direksiyon aracı yolda tutmazsa, kuvvetli motor devrilişin en önemli işâretidir.
Kabiliyetli çalışan, bu kabiliyetini ahlak ile birleştiremezse, çocuklarına, gönlünü kazanmış olduğu bir işvereninden hiçbir zaman bahsedemeyecektir.
Tabi, kaygısı varsa.