Epeydir “irtica” sözünü duymaz olmuştuk. Hatta unutmuştuk bile. Arapça kökenli ve “Eskiye, geriye dönüş” anlamına gelen “irtica” sözü, “gericilik” anlamında kullanılan bir kelime idi. Fakat herkes bu kavramı, İslam adına hangi değer ve simge varsa onu yok etmek için kullanmıştı. Bugünlerde askeri okullara giriş yönetmeliğindeki “irtica” sözcüğü kaldırılınca malum çevreler, yani İslam karşıtı laik, kemalist ve bilumum deist, ateist, materyalist çevreler, hep bir ağızdan, kuyruklarına basılmış gibi bağırmaya başladılar.
Ne idüğü belli olmayan, istedikleri gibi içini doldurdukları, tanımı yapılmamış bu muğlak kavram kullanılarak nice Müslümana zulmedilmiştir. Kılık-kıyafet devriminden sonra cumhuriyetin ilk yıllarında, kafasına sarık şeklinde ejderha dolanmış, yılanın başı da sarığın tepesinde zehrini saçıyordu, alın kısmında da Osmanlıca olarak “irtica” yazan bir resim yayınlanarak o günün irticasının ne anlama geldiği ifade edilmişti. Sarıklılar irticacı/gerici, şapka giyenler de ilerici olmuş oluyordu.
1940’lardan sonra ise, o günün basınına yansıyan haberler incelendiği zaman görülecektir ki, Kur’an eğitimi ve bu eğitimin faili ve mefulü olmak yani öğreteni ve öğreneni olmak büyük bir irticaî suçtu. Kur’an öğreten hocalar, jandarma dipçiği ile karakollara götürülüyor ve işkencelere tabi tutularak sindiriliyordu. Bu durum uzunca bir süre devam etti.
1950’lerden yakın geçmişe kadar da devlet memuru ya da askeriyede subay veya astsubay olanlar, namaz kılıyor ve eşleri de kapalı ise irticacı damgasını yiyerek, ya memuriyette terfi ettirilmiyor, ya da YAŞ kararları ile ordudan atılıyordu.
Bolca sıkıyönetim ilan edilen 1970’ler sonrasında da, Eskişehir sıkıyönetim komutanlığının yayınladığı bir bildiriyi hiç unutmuyorum. Bildiride “İrticaî faaliyet yapan bir ev, güvenlik güçlerince basılarak suç unsuru şu kadar takke, tespih ve Arap harfleri ile basılmış irticai eserler ele geçirilmiştir” deniyordu. “Arap harfleri ile basılmış irticaî eserler” dedikleri ise elif-bâ kitapları ile Kuran’ı Kerimler idi.
Merhum Menderes, 1950 seçimini kazanınca halka verdiği sözü tutarak, on sekiz yıl “Tanrı uludur, Tanrı uludur. Bilirim bildiririm Muhammed O’nun kuludur” diye okuttukları ezanı aslî şekline dönüştürdüğü için bir irticaî faaliyet icra etmiş olduğundan, idam gerekçelerinden biri sayılıyordu.
Merhum Erbakan hocamız, başbakanlığı döneminde, cumhuriyet sonrası hep itilmiş, kakılmış, horlanmış, ezilmiş, aşağılanmış ve ötekileştirilmiş olan toplumun kanaat önderleri ve hocalarını Başbakanlıkta ağırladığı için irticaî bir faaliyet icra etmiş oluyor ve 28 Şubat 1997’de post modern bir darbeyle alaşağı ediliyordu.
Araştırmacı usta(!) gazeteci Uğur Dündar, 28 Şubat sürecinde, Cuma namazına giden öğrencilerin veya öğle paydosundan faydalanarak camide cemaat halinde namaz kılan öğrencilerin görüntülerini çekip televizyonda flaş haber olarak servis ediyordu.
Başörtülü anneler, orduevinde düğünü olan oğlunun düğün törenine, başındaki örtünün irtica sembolü olmasından dolayı alınmıyor ve dışarda bekletiliyordu. Aynı şekilde başörtülü anneler askerdeki oğlunun yemin törenine de alınmıyor, tel örgülerin gerisinden seyrettiriyordu.
Bir polis arkadaşım anlatmıştı: Askeri öğrenci müracaatları yapıldıktan sonra onların güvenlik soruşturmaları için polislere de görev veriliyormuş. Onlara öğrencilerin evlerine gidip ailenin yerinde görülmesi, evin duvarlarında Arapça harflerle yazılı levha olup olmadığı, hatta her ihtimale karşı levha kaldırılmış olsa bile duvarda çerçeve izi olup olmadığının rapor edilmesi isteniyormuş. Bütün bunlar, annesi tesettürlü, babası veya dedesi sakallı, duvarlarda da kelimeyi tevhid levhaları varsa, o çocuğun irticadan dolayı askeri okullara alınmaması için yapılıyormuş.
Bunlar hikâye değil, yaşanmış yüz karası, utanılacak gerçekler. Şu anda askeri okullara alınacak öğrencilerle ilgili yönetmeliğin değiştirilmesine karşı çıkan bu Bremen mızıkacılarını, -hafazanallah- millet şaşırarak yanlışlıkla iktidara getirse aynı rezillikleri yaşatacaklarından hiç şüpheniz olmasın. Çünkü yaptıkları, yapacaklarının şahididir.
Şimdi bu yönetmelik değişikliği ile yapılan, herkesin keyfince içini doldurup zulüm aracı olarak kullandığı bu iffetsiz kelimeyi yönetmelikten söküp atarak, ilkeleri daha somut ve objektif kriterlere bağlamaktır.
Görüldüğü gibi “irtica” kelimesi, İslamî değerlerin ve sembollerin kökünü devletten ve kamudan kazımak için kullanılan bir “zulüm” ve “soğuk savaş” malzemesi idi. Devleti istila eden kafa, direk İslam’ı hedef alma yerine, cumhuriyet döneminde bu malzemeyi her fırsatta kullandı. Bu kafa “Geldikleri gibi giderler” dediğimiz kafadır. Demek ki bürokrasi, basın, yargı, emniyet ve askeriyede etkin ve kendilerinden emin bir şekilde var olduklarını hissettiriyorlar. Öyleyse gitmemişler.
Neyzen Tevfik, bunlarla ilgili; "Geldikleri gibi gitmediler. Kimi itini bıraktı, kimi bitini, kimi de piçini. Yoksa bu kadar şerefsizin bizden olması mümkün değil" demiş. Bu sözün üstüne söz söylemiyor, yazımı selam ve dua ile burada bitiriyorum.