Avrupa Birliği ülkelerinden, "ırkçılık (Faşism/Rasizm) ve yabancı düşmanlığı" başlıklı elim ve üzücü haberler yansıyor. Bunu sadece ırkçılıkla veya yabancı düşmanlığı ile tanımlayabilir miyiz? Yoksa, onun da ötesinde, Avrupa insanının bilinç altında derin izleri olan bir kin veya nefretten mi bahsediyoruz? Katliamları, terör saldırılarını değerlendirirken, 2014 yılında, güya bir sivil toplum kuruluşu yada halk hareketi olarak ortaya çıkan, kendisini PEGİDA hareketi olarak tanımlayan hareketin zihni altyapısını da göz önünde bulundurmamız gerekir mi?
Zira 2000'li yıllardan sonra Avrupa'da, "yabancı düşmanlığı" denildiğinde menfur eylemlerin genel olarak, Avrupa'ya mülteci yada işgücü olarak gelmiş olan göçmenlerin bütününe yönelmeyip; bunun sadece ve sadece hangi ırktan olursa olsun, hangi kıtadan veya coğrafyadan Avrupa'ya gelmiş olursa olsun, Müslümanlara yönelik bir harekât olduğunu ifade edebiliriz. İslamofobi ifadesi, Avrupa'daki İslam ve Müslüman düşmanlığını ifade etmek noktasında kavram olarak, çok sığ kalmaktadır. İslamofobi, "İslam korkusu" olarak çevirebileceğimiz, güya Avrupalıların, Müslümanların yayılmasından, Avrupa'yı İslamlaştırmasından korktuklarını anlatmak için kullanılan, psikolojik bir yanılgı yada psikosomatik bir saplantı gibi anlaşılabilir. Ancak, özellikle Almanya ekseninde, bununla beraber Avusturya, Fransa, İsviçre, Danimarka, Finlandiya gibi AB ülkelerinde de gittikçe yaygınlaşan, cinayetler ve katliamlarla gündeme gelen, saldırgan bir tutum alan psikolojik tavır ve tutumun adı -devlet politikası da olabilir- doğrudan doğruya İslam düşmanlığıdır.
Avrupa'da, aşırı sağ diye nitelendirilen ırkçı partilerin söylemlerinde, "öteki" olarak gördükleri yada Avrupa insanın yaşam kalitesindeki düşüşün, ekonomik daralmanın, sebebi olarak gördükleri ve politikalarını üzerine inşa ettikleri yegane düşünce, politik düşman!, İslam Dini, bu dine inanan Müslümanlardır. Avrupa'da, özellikle Almanya, Fransa, İtalya, Belçika, Hollanda, Danimarka gibi ülkelerde Çinli, Koreli, Tayvanlı, Taylandlı, Hintli, Afrikalı pek çok farklı milletten ve ırktan insanların yaşadığını görürüz. Ancak gerek aşırı sağ partilerin söylemleri ya da PEGİDA hareketinin söylemleri, hiçbir zaman için Çinlileri yada Afrika'lı siyahileri, farklı ırklara mensup Hristiyanları hedef almaz. Hedef aldığı ve karşıtlık politikalarını üzerine inşa etmiş olduğu tek sınıf, hangi ülkeden gelmiş olursa olsun, hangi ırka mensup olursa olsun, Müslümanlardır. Hint asıllı bir göçmen veya çalışan, Budist, Hinduist, Jaynist veya Sih Dini mensubu ise, Avrupalı tarafından politik hedef, yabancı yada öteki olarak görülmez. Hindistanlı, şayet Müslümansa bir anda Avrupalı için potansiyel tehlike haline dönüşmüştür. Bu tutum ve davranış bütün Avrupa'nın yerlisi! olarak değerlendirilen ve ülkelerine, ırklarının ismi ile isim veren topluluklar açısından böyledir.
Avrupa, kavimler göçünden, II. Dünya Savaşı'nın sonrasına kadar Germen, İtalyan, Fransız Alsace, Normon, Flaman vb. ırklar ve topluluklar olarak aynı dine inanmasına rağmen birbirlerini ötekileştiren ve düşman gören topluluklardı. II. Dünya Savaşı'nda bu ötekileştirmenin faturasını ve ceremesini çok ağır ödediler. II. Dünya savaşı sonrası, "yeni dünya düzeni", küreselleşmenin etkisiyle gelişirken alt problemler olarak değerlendirebileceğimiz ırkçı, kafatasçı anlayışları halının altına süpürdüler. Fakat özellikle seçim yapılan ülkelerde ki bunların başında Almanya, Fransa, Avusturya ve İtalya geliyor. Seçmenlerini bir taraftan avutmak, diğer taraftan bir araya gelmelerini sağlamak ve dış politikalarını inşa edecekleri bir zemin bulma arayışına yöneltti. Özellikle 60'lı yıllardan sonra işgücü olarak Türkiye'den ve Kuzey Afrika'dan bu ülkelere göç eden Müslüman nüfus, sanal bir düşmandan daha ziyade tecrübî, zahiri bir düşman haline getirilmiş oldu.
Almanya'da ortaya çıkan ve "Batının İslamlaşmasına Karşı Yurtsever Avrupalılar Hareketi" olarak kendisini isimlendiren PEGİDA, Avrupa'da yükselen bir değer olmasını Irak-Suriye merkezli olarak yine Avrupalılar tarafından kurulmuş, finanse edilmiş, yönetilen ve yönlendirilen DAEŞ'in anti-propagandası üzerinde gerçekleştirmiştir. DAEŞ, sadece Irak ve Suriye'deki Müslümanlara zarar verip, o bölgedeki Müslümanları katletmek ile kalmayıp, tahterevallinin bir ucuna yüklenerek, PEGİDA hareketini de Avrupa'da yükselterek, Avrupa'daki Müslüman karşıtlığının yoluna asfalt dökmüş, ekmeğine yağ sürmüştür. Bu hareket, İslam düşmanlığı sayesinde hızla yükselmiş ve söylemlerinde, İslam ve Müslümanlara karşı nefret, kin dolu ifadelerle bir anlamda Avrupa Birliği ülkeleri içerisinde çok uluslu provakatör terör hareketine dönüşmüştür. Bu hareketin mensupları, "Avrupa'nın, göçler ve doğumlar neticesinde hızla Müslümanlaştığını, Avrupa kültürünün, İslam kültürü tarafından yok edileceğini" iddia etmekte ve bu söylemle taraftar toplamaktadır.
Zaman zaman Avrupa'daki "İslam Düşmanlığını" savunan Avrupalı münevverler! "2000'li yıllardan itibaren dünya ölçeğinde vukuu bulan ve Avrupa'da da ciddi anlamda hissedilen ekonomik krizlerin yabancı düşmanlığını ve İslam karşıtlığını tetiklediğini, ekonomik kriz içerisindeki Avrupalıların bir mazeret bulma ya da savunma psikolojisi ile bu tür eylemlere yöneldiklerini" iddia etmektedirler. PEGİDA hareketine destek veren insanların genel profilinin; orta ekonomik sınıftan, iyi bir eğitim düzeyine sahip, iyi bir mesleği veya işi olan, iyi bir maaş alan veya iyi bir geliri olan, ortalama 40-50 yaş aralığında, çoğunluğu erkek, hiçbir dini inanca bağlı olmayan, hiçbir siyasi partiye üye veya angaje olmayan kişiler olduğunu görüyoruz. Yani Avrupalı gazetecilerin veya sosyologların iddia ettiği gibi işsiz, emekli, yabancıların ülkede olmasından dolayı işini, eşini, maaşını kaybetmiş kimseler olmadığını görüyoruz.
Avrupa, tarihinde hiçbir zaman için medeni, müsamahakâr, diğer insanlara karşı önyargısız ve paylaşımcı olmamıştır, olamamıştır. Avrupa kültürü, insanın maddi çıkar ve menfaatini göz önünde bulunduran, kendisinin yaşamasını başkalarının ölümünde görecek kadar vahşi bir anlayışa sahiptir. Avrupa insanı, îsar duygusuna sahip değildir. İmkânlarını paylaşma, ikram etme anlayışından ve kültüründen uzaktır. Avrupa insanı, elindeki yumurtasını pişirebilmek için komşunun evini yakacak kadar bencil bir anlayışa sahiptir. Kendi tezlerini savunabilmek, kolonilerdeki menfaatini devam ettirebilmek, kendi yanlışlarını doğrulayabilmek adına da zaman zaman bazı Müslümanları veya Müslüman görünümlü provokatörleri figüran olarak kullanmaktadır. Avrupalı, sosyolojik korkularının ve çelişkilerinin gerçekliğine, kendisine inandırabilmek için, korku maskeleri, korku kuklaları üretmektedir.
Almanya'nın, Hanau kentinde gerçekleşen son saldırılar, İslam düşmanlığının kimlere kadar uzandığını göstermesi açısında kritik öneme haizdir. 43 yaşında, daha önce hiçbir sabıkası olmayan, gelir seviyesi iyi, bir bankacı tarafından gerçekleştirilmiş olması, zihinlerdeki travmatik kırılmanın, İslam düşmanlığının bilinç altından eylem alanına yansımasını ortaya koymaktadır. Bu hadise, Avrupa'daki, Almanya'daki İslam düşmanlığı içeren ilk saldırı değildi. Öyle gözüküyor ki maalesef son da olmayacak. Avrupalının, bilinç altına yerleştirilen Irkçılık ve son 60 yıldır güçlenen İslam düşmanlığı fikrinin tarihi arka planındaki temel motivasyon, II. Babil sürgünden sonra İspanya'ya göç etmiş, oradan kuzeye doğru yayılarak, bugünkü Fransa, Almanya, Polonya, Macaristan, Avusturya gibi ülkelerde yerleşmiş olan kendilerini üstün ırk, seçilmiş kavim olarak niteleyen Yahudilerin bu ırkçı söylemleri yatmaktadır. Son 60 yıldaki İslam düşmanlığının temelinde de yine, Kudüs merkezli Yahudi devleti kurma hayalinde olan Siyonist Yahudilerin, medyayı ve diğer propaganda araçlarını bir silah gibi kullanarak, Müslümanları potansiyel düşman, potansiyel terörist olarak bilinçaltına dayatmaları sonucudur. Avrupa'daki İslam düşmanlığı tarihsel bir hesaplaşmanın da aynı zamanda yansıması olarak değerlendirilebilir. Bugün için yüzde 3'ü Müslüman olan Almanya'nın, yüzde 6'sı Müslüman olan Fransa'nın, binde ikisi Müslüman olan İtalyan'ın ve Müslüman nüfusu yüzde birler seviyesinden yukarıda olmayan İskandinav ülkelerindeki İslam düşmanlığının psikolojik nedeninin izdüşümünü; henüz namaz, oruç, hacc, zekat bile farz kılınmamışken, henüz içki, kumar, zina, faiz haram kılınmamışken, peygamberin çağrısına şiddetle karşı çıkan Mekkeli müşriklerin tutumunda bulabiliriz. Avrupalı insanları, değişim dönüşüm korkutmaktadır. Uyuşturulmuş beyinleri; "sorgulama! iman et kurtul!" dan öteye gitmeyen sığ itikatları ile İslam dininin tevhid inancı karşısında tutunamayacakları korkusu ön plana çıkmaktadır. Rantlarını, konforlarını, seküler hayat tarzlarını kaybedecekleri korkusu, düşmanlığın temel psikolojik tetikleyicisidir.
Bu psikolojik eşiği yıkmak için Müslümanların üzerine düşen görev, İslamı sözle anlatmaktan daha ziyade yaşayarak, Avrupalının gözüne anlatabilmek, rol model olabilmektir. İrşad ve davet metodunda ön plana çıkmış temel bir usul kaidesi vardır. "Davet ve irşatta lisan-ı hâl, lisan-ı kâlden evlâdır ve evveladır." Bugün Müslümanların İslam'ı anlatandan daha çok yaşayıp, doğru temsil edecek, doğru rol model olacak bireylere ihtiyaç vardır. İslamın kulaklara duyurulmasından önce, uyuşuk beyinlere, gafletle uyuyan gözlere ve körelmiş vicdanlara duyurulması gerekiyor. Kendi dininin kadrini kıymetini bilen, kendi kültüründen utanmayan, tarihi ile barışık nesillere ihtiyacımız vardır.
Avrupa, İslam düşmanlığı ile belki de kendi sonunu hızlandırmaktadır. Yeniden inşaa için belki de önce hasarlı binaların ve viranelerin yıkılıp temizlenmesi, molozların atılması gerekmektedir.