Coronavirüs salgını, dünya üzerindeki bütün ülkeleri ekonomik ve sosyolojik yönden ciddi anlamda etkiledi. Siyaset üretenler, pandemiden sonraki dünyanın, eski dünya olmayacağını, yeni bir dünyanın kurgulanmakta olduğunu ifade ediyor. Bu söylem bir anlamda, virüsünde dünyadaki mevcut güç dengelerini değiştirmek için bir anlamda kurgulanmış biyolojik bir saldırı veya biyolojik bir silah olması ihtimalini de akla getiriyor.
Virüsün merkez üssü Çin olarak gözükse de, Amerika'daki ekonomik, sosyolojik ve siyasal yıkımı, dünyanın diğer ülkelerinden çok daha fazla ve etkili oldu, olmaya devam ediyor. Amerika bir taraftan virüsle uğraşırken, 25 Mayıs tarihinde, Afrika kökenli Amerika vatandaşı George Floyd'un Minnesota da polis şiddeti nedeniyle, nefessiz kalarak hayatını kaybetmesi, bir anlamda sadece virüsten etkilenen Afro-Amerikalıları veya farklı ülkelerde yaşamak zorunda bırakılan, birkaç kuşak önceki dedeleri köle olarak Afrika'dan Avrupa'ya ve yeni kıtaya taşınmış olan Afrikalıları topyekün ayağa kaldırdı. Elitist akıl!, virüsten sonra dünyayı yapay zeka yönetecek diye kurgularken, bir anda dünyayı yatay toplumsal hareketler şekillendirmeye başladı. Irkçılığa karşı tepki, ırkçılığın salgın bir hastalık olarak yaşadığı Amerika'da ve okyanusun bu kıyısına sıçrayarak İngiltere'de ve Avrupa'nın diğer ülkelerinde kitlesel eylemlere dönüştü. Kitlesel eylemlerde sadece Afrika kökenliler değil, ekonomik nedenlerden dolayı veya covid-19 salgınından dolayı, işini kaybetmiş yada Amerika'yı yöneten üst akılla hesabı olan beyazlarda katılınca artık bir Amerikan Baharından bahsedilmeye başlandı.
Olayları körükleyen, yangının daha da büyümesine sebep olan şu anda Amerika'da yönetim vitrininde bulunan Donald Trump'ın atmış olduğu birkaç tweet ise yangını daha da büyüttü. "Afro-Amerikan toplum neden bu kadar kalabalık? Neden herkesten daha fazlalar? Bunun hiçbir anlamı yok ve bu durumdan hoşlanmıyorum." ve "Bu serseriler, George Floyd'un anısına saygısızlık ediyor ve bunun olmasına izin vermeyeceğim. Vali Tim Walz ile konuştum ve ordunun tümüyle onun yanında olduğunu söyledim. Bir zorluk çıkarsa kontrolü üstleneceğiz ama yağma başlarsa (silahla) ateş etme de başlar." şeklindeki ayrıştırmayı derinleştiren ve şiddeti yüceltmeyi çözüm gören tweetler Amerika'nın özgürlükler ülkesi olduğu balonunu patlatmış oldu.
Afrika kökenli Amerikan vatandaşlarının içinde bulunduğu zor ekonomik şartlar, covid-19 salgınıyla birleşince, Amerikan rüyası, elit olmayan Amerikalılar için kabusa dönüştü. Covid-19 nedeniyle Amerika'da hayatını kaybedenlerin oransal olarak büyük çoğunluğunun Afrika kökenli, Güney Amerika ve Uzak Asya kökenli kimseler olması bir tesadüf değildi. Çünkü salgın başladığında evde kalmaya ve evden çalışmaya yönelik çağrı yapıldı. Ancak, siyahi nüfusun çalışmış olduğu işler, evden çalışmaya uygun olmayan işler olduğundan dolayı, ilaveten büyük çoğunluğunun sağlık sigortası veya tedaviyi karşılayacak parası olmadığı için, en fazla etkilenen kimseler oldular. Bu kimselerin, salgın öncesinde de, sağlıksız koşullarda çalışmasından mütevellit, şeker, astım, yüksek tansiyon gibi kronik rahatsızlıklara sahip insanlar olması sebebiyle siyahi nüfusun etkilenmesi oran olarak çok daha fazla oldu. Tabii faturası da ister istemez, yine sisteme ve sistemin kurucusu rolündeki, perde arkasındaki elitist akla kesildi.
İnsan hakları evrensel bildirgesinin 1. Maddesi: "Bütün insanlar özgür, onur ve haklar bakımından eşit doğarlar, akıl ve vicdana sahiptirler, birbirlerine karşı kardeşlik anlayışıyla davranmalıdırlar." der. 2. Maddesi ise; “Herkes, ırk, renk, cinsiyet, dil, din, siyasal veya başka bir görüş, ulusal veya sosyal köken, mülkiyet, doğuş veya herhangi başka bir ayrım gözetmeksizin bu bildirge ile ilan olunan bütün haklardan ve bütün özgürlüklerden yararlanabilir.” der. Ancak bu ifadeler kağıt üzerinde kalmıştır ve "en beyazların" haklarını korumaktan, "en beyazları" seçkin, elitist bir konuma yükseltmekten ileriye gitmemiştir. Bu noktada şu soruyu sormamız gerekiyor. Amerikan toplumu nerede, dünyayı yönetme iddiasındaki elitist akıl, Amerika ekseninde ve Amerikan baharının ortaya çıkarmış olduğu şartlar muvacehesinde, yeni dünyaya ne kadar hazır? Birincisi, başka ülkelerin ve toplumların kaynaklarını sömürme üzerine inşa etmiş olduğu ekonomik yapı, pandeminin getirmiş olduğu eve kapanma mecburiyeti ile ciddi anlamda çöktü. Zira silah endüstrisi, silah sanayii ve petrol belirleyici gücünü kaybetti. İkincisi de buna bağlı olarak yükselen ırkçı/bastırılmış haklı söylemlerin toplumsal harekete dönüşmüş olması ki; İngiltere'nin Bristol kentinde bulunan köle tüccarı Edward Colston heykelinin yıkılıp nehre atılması, artık yapay zeka marifetiyle insanları yöneteceğini planlayan elitist aklın, yatay hareketler karşısında çözümsüz olduğunu göstermesi açısından, hazırlıksız yakalandığının sembolik bir dışa vurumu olarak gösterebilir.
Bu noktada şunu sormamız gerekiyor. Bugün dünya insanlığı, ekonomik dengesizliğin ve ırkçılık probleminin bertaraf edilmesi noktasında çözüm üretebilir mi? Veya çözümü doğru kaynaklarda, doğru adreste mi arıyor? Zira dünya üzerindeki ekonomi anlayışını; "benim karnım doysun, ben rahat içerisinde yaşayayım, başkaları açlıktan ölsün bana ne...!" Irkçılık anlayışını ise; "Ben üstün yaratıldım. Dünya ve içindekiler benim için var. Diğerleri ancak benim kölem olabilir. Ben silahı ve parayı elimde bulunduruyorum. En iyi benim!" ifadeleri ile özetleyebiliriz. Bu, egoizmin ilahlaştırıldığı, pozitivist ekonomi ve ırk anlayışına karşı çözüm olacak yegane anlayış ve felsefe, İslamın paraya ve insana bakışıdır. İslam anlayışı şunu ifade ediyor: "İçinizdeki fakirleri düşkünleri gözetin. Allah'ın size vermiş olduğu nimetlerden onlar için de harcayın. Zekat ve sadaka ile onları koruyun, kollayın. faiz vb. haksızlıkla birbirinize zulmetmeyin." İkinci durumda ise; "Sizin en hayırlınız takva açısından üstün olanınızdır. Hepinizi bir tek erkek ve dişiden yarattık, birbirinizle tanışıp kaynaşasınız diye kabilelere milletlere ayırdık. Renklerin üstünlüğü yoktur." Bu anlayış yeryüzünde hakim olmadığı müddetçe dünya üzerindeki ırkçılığın ve ekonomik çarpıklığın önüne geçmek mümkün gözükmüyor. Çünkü pozitivist mantıkla ne tür kanun koyup, önlem almaya kalkarsanız kalkın, bu insanların bilinçaltındaki, dedelerinin Afrika'daki köylerinden zincirlerle bağlanıp, kafeslere konulup okyanusun ötesine götürülerek satılması, hayvanat bahçesi benzeri yerlerde kafes içerisinde sergilenmesinin derin trajedisini silemeyeceksiniz. Yakın zamana kadar Amerika'daki siyahilerin eğitim alamaması, ibadet edememesi, çalışamaması, hatta belediye otobüsüne bile binememesi, parkta bile gezememesi gibi hak ihlallerinin elitist aklın reva gördüğü uygulamalar olduğu gerçeğini tarihi kayıtlardan söküp atamayacaksınız.
Onun için elitist beyaz insanın kurmuş olduğu hep kendisine yontan sistem bugün iflas etmiştir. Yerine yaratılanı yaratandan ötürü sevme anlayışı, renklerin ırkların değil, takvanın üstünlüğü anlayışını koymadığınız müddetçe dünyayı içerisinde bulunmuş olduğu buhrandan kurtulması mümkün gözükmemektedir. Bu noktada en büyük görev biz Müslümanlara düşmektedir. Tabii ki öncelikle, Müslümanların tarihi sorumluluğunu yerine getirebilmesi için uyanması veya uyandırılması ve sorumluluğunun büyüklüğünün farkına varması gerekiyor.
Bir Amerikan yerlisinin dediği gibi: "Beyaz adam Annesi toprağa ve kardeşi olan gökyüzüne, alıp satılacak, yağmalanacak bir şey gözüyle bakar.
Onun bu ihtirasıdır ki, toprakları çölleştirecek ve her şeyi yiyip bitirecektir.
Beyaz adamın kurduğu kentlerde huzur ve barış yoktur.
Bu kentlerde bir çiçeğin taç yapraklarını açarken çıkardığı tatlı sesler ve bir kelebeğin kanat çırpınışları duyulamaz.
Beyaz adam, paranın yenmeyen bir şey olduğunu, son ırmak kuruduğunda, son ağaç yok olduğunda, son balık öldüğünde anlayacak..." Eğer elitist beyaz adamın anlamasını beklersek, çok geç kaşmış olabiliriz. Uyanın, tarih bizi çağırıyor...