Zenginin biri ölümden ve kabirdeki yalnızlıktan çok korkuyormuş. “Öldüğüm geceyi kim kabre girerek sabaha kadar benimle geçirirse servetimin yarısını ona bağışlıyorum” diye vasiyet etmiş. Öldüğünde “Kim birlikte kabre girip sabahlamak ister?” diye araştırmışlar. Kimse çıkmamış. Nihayet bir hamal,
-Benim sadece bir ipim var, kaybedecek bir şeyim yok. Sabaha kadar durursam zengin olurum.” diye düşünerek kabul etmiş.
Vefat eden zengin ile birlikte defnetmişler. Sorgu sual melekleri gelmiş. Bakmışlar kabirde bir ölü, bir canlı var. “Nasıl olsa bu ölü elimizde… Biz şu canlı olandan başlayalım” demişler ve hamalı sorgulamaya başlamışlar.
-O ip kimin? Nereden aldın? Niye aldın? Nasıl aldın? Nerelerde kullandın?” Sabaha kadar sorgu sual devam etmiş, adamın hesabı bitmemiş. Sabahleyin kabirden çıkmış.
- Tamam, servetin yarısı senin, demişler.
- Aman, demiş hamal, istemem, kalsın. Ben, sabaha kadar bir ipin hesabını veremedim. O kadar servetin hesabını nasıl veririm?
Hayatın içerisinde istifade edilen lütufların hesabını vermek hafife alınacak şey değildir. Kaçış yok, o biriktirdiğiniz malların hesabını tek tek vereceksiniz. Bir ipin hesabını veremeyenler biriktiği malların hesabını nasıl vereceğini iyi bilmelidir. Aksi halde bu gibi durumda olanları kıyamet günü elem verici çetin bir azap beklemektedir. Bir gün Resullullah: "Ölülerin toplantılarında bulunmayın" buyurdu. Dinleyenlerden birisi: "Bu ölüler kimdir?" diye sorunca; Peygamber Efendimiz (s.a.s), "zekât vermekten kaçınan zenginlerdir" buyurdu.
Kim zekatını vermemişse, o mal kıyamet gününde, iki gözü üzerinde iki siyah nokta bulunan, dazlak başlı dehşet bir yılan olarak gelecek, ağzını açıp mal sahibinin peşine düşecektir. Yılan yaklaştıkça adam ondan kaçacak. Sonunda yılan adamın boynuna sarılıp:
— Ben senin malınım, ben senin hazinenim! diye bağırır. Adam, neticede yılandan kaçma çaresinin olmadığını anlayınca, elini yılanın ağzına sokar. Yılan da onu, aygırın yulafı kemirmesi gibi kemiriverecek.
Zekat fakire yapılan bir ikram değildir, mükellef için bir borç, müstehak olanlar için bir haktır. Dolayısıyla vermesi gerektiği halde zekat vermeyenler, Allah’ın kesin bir emrini yerine getirmemek yanında fakirin hakkını da gasp etmiş olurlar. Malını temizlemek isteyen, rızkını bereketlendirmek isteyen zekatını ihmal etmesin, çünkü zekat İslam’ın köprüsüdür (Ez-zekâti kantaratü’l-İslâm). Zekât, Kur’ân-ı Kerîmin 32 yerinde, namâzla birlikte emredilmektedir.
Tövbe sûresinin 34. âyet-i kerîmesinde meâlen; Malını biriktirip zekâtını, Müslümân fakîrlerine vermeyenlere çok acı azâbı müjdele! buyurulmuştur. Bu azâb, yine Tövbe sûresinin 35. âyet-i kerimesinde; Zekâtı verilmeyen mallar, Cehennem ateşinde kızdırılıp, sâhiplerinin alınlarına, böğürlerine, sırtlarına mühür basar gibi bastırılacaktır diye bildirilmektedir. Şu ayet-i celil zekatın önemini en kesin dilde ifade eder.
‘’Zekâtını veren, elbette kurtulacaktır.’’ (Sure-i Haşr, 9)
Cehennem zebanilerinden Hariş adında bir akrep vardır. Kıyamet koptuğunda mahşer yerinde gezinirken Cebrail (a.s.) Hariş'e rastlar ve "nereye gidiyorsun Ey Hariş?" diye sorar. Akreplerin başı, "Arasat meydanına gidiyorum, Allah'ın emri ile namazını terk edenleri, zekâtını vermeyenleri ve ana babasına karşı gelenleri yakalayıp cehenneme atacağım" diye cevap verir.
Ez-cümle, dünyâ malı, dünyada kalır. Mal, mülk insanı aldatmamalı, zira bu mallar, daha önce başkasınındı, bizden sonra da, başkasının olacaktır. Kul, cehennemin şiddetli azâbını düşünmelidir. Zekâtı verilmeyen o mallar hakîkatte zehirdir. Malın hakîkî sâhibi, Allah-u Teâlâdır…