Hayat her insana farklı görevler verir, farkını gösterebilmesi için. Bir diğer deyişle fırsat.
“İnsanın karşısına birçok fırsatın çıkması önemli değildir; önemli olan, çıkan ilk fırsata hazırlıklı olmaktır” sözü, “fırsatı ganimet bilmek” ile aynı yolun yolcusudur.
Nereye varacağımızı merak mı ediyorsunuz?
Sabır… Başlığı unutmayın!
Bir deneme yazalım ve başlayalım:
Daha düne kadar, elinize verilen kâğıt parçaları üzerinde yetkiniz varken, bugün koca bir kurumda bütün çalışanlar (insan olduğunu unuttuğunuz) üzerinde tasarruf yetkisine sahip oldunuz ve idâre edip edemeyeceğinizi test edecek hayat.
Hayat size, idârecilik fırsatını sundu bile.
Herkes sizin gözünüze bakmakta, en ufak bir işaretiniz binlerce anlamı barındırmakta.
Öfkenizde merhamet kalmadı, gülüşünüz sinsiliğin yuvası oldu.
Hayatın sunduğu bu fırsata nereden baktığınızı gösterdiniz ‘ben neymişim be’ diyerek.
Etrafınıza birileri toplanmaya başladı ya da siz etrafınıza birilerini toplamaya başladınız. İşe de buradan başladınız.
İkinci olarak görüntüye sevdalandınız ve gürültüye (faklı fikirlere) pabuç bırakmaya hiç niyetiniz yok.
İskânı öncelediniz ve irfanı kovdunuz mekândan.
İnsanı ‘insan’ olarak görmeyi bıraktınız, ‘çalışan’ olarak görmeye başladınız. Çalışan bir makine…
Bu arada, bu makinenin korku hislerinin olması da nefsinizi öyle güzel okşamakta ki, değmeyin keyfinize.
Çalışanın korku hissinin baskın olması, bir silaha dönüştü elinizde ve her fırsatta bu silahı ateşlemekten geri durmadınız. Ne de olsa idârecisiniz ve her istediğiniz yapılmak zorunda.
Korkulan bir adam(!) oldunuz.
Bir ön masa ile bir arka masada çalışan iki arkadaş birbirine selam vermekten korkar oldu ve emelinize ulaştınız.
Son derece sağlam bir korku cumhuriyeti kurdunuz ve kendinizce doğru yoldasınız.
Harcama hususunda hiçbir masraftan kaçmıyorsunuz. Her şeyin en iyisi en kısa sürede ayağınıza getiriliyor ve keyfiniz dört köşe.
Her istediğiniz emri vermeye başladınız ve size karşı çıkan kimse yok. Zulüm ettiğiniz insanların âhını hiç duymuyorsunuz bile. Gücünüz her şeyin üstünde ve daha yıllarca bu idâreciliği yapmayı düşünüyorsunuz.
Hesabınız bu.
Bu arada bir şeyi unuttunuz: Allah’ın da bir hesabı olduğunu; çarpması, bölmesi, toplaması, çıkarması olmayan ama hemen sonuca ulaşan…
Ve bütün hesaplarınız bozuldu. Mevla’nın hesabı tahakkuk etti ve karşınızda bir sürü borç: Ahını aldığınız insanlara, aile düzenini bozduğunuz babaya, kaygısından hasta olan hizmet insanına karşı olan borçlar… Ödeyin ödeyebilirseniz.
Sunulan fırsat elinizden alındı.
Hâlbuki ne de güzel gidiyordu her şey. Herkes sizden korkuyordu, her istediğinizi yapıyordunuz, çaylarınızı bile en ender kristal bardaklarda içmenin keyfini çıkarıyordunuz.
Kuralınız kırmaktı ve kraldınız ama kırıldınız. Ölümlü insandınız ama insanlığı öldürdünüz.
Dün sizin devrinizdi, bugün devrildiniz. Ayağa kalkabilirseniz pılınızı pırtınızı toplayıp gideceksiniz. Bugün hissenize, hissine kıymet vermediğiniz insanlara hisselerini geri vermek düştü. Adalet ne güzel şey ve bu hesap Mevla’nın hesabı. Sizinkine hiç benzemiyor.
Gidişin de bir şerefi, izzeti, asâleti ve vefâsı olur. İnsanlığı vefât ettirdiyseniz, vefâdan bahsetmenin imkânı da yok elbette.
Dün idârecilik görevini veren hayat, bugün sizi “çalışan” durumuna indirdi. Dua edin de, insan olduğunuzu unutmayan idârecilerle çalışmayı dileyin.
Gelelim vedânıza…
İnsanlığa vefânız olsaydı, vedânız da şerefli olacaktı. İnsanlık yaşasaydı, insan gibi uğurlanacaktınız.
Ama kaybettiniz. Şu an insanların yüzüne bakacak durumda değilsiniz. İnsanlığına kıymet vermediğiniz insanların elini bile sıkmaya yüzünüz yok ve gidiyorsunuz.
Evet, bir hikâye yazmaya çalıştık; yaşanmış ya da yaşanması muhtemel bir hikâye.
Hikâyedeki ‘giden’ tarafında olmak istemeyen insanların sayısının çok olduğunu biliyorum ve bu da, bu milletin kıymetidir elhamdülillah.
Rabbim bizi, insanların yüzüne bakamayacak sonuçlara götüren vefâsızlıktan uzak tutsun. Âmin.