İslam’ın Mekke dönemi..
İslam’ın gizli davet merhalesi, Peygamberimize Hira mağarasında ilk vahyin gelişiyle birlikte başlamış, peygamberlikten üç yıl sonra: “En yakın akrabalarını uyar”( 26/Şuara 214) ve: “Emrolunduğun şeyi açıkça ortaya koy ve müşriklerden yüz çevir” ( 15/Hicr 94) ayetlerinin inişine kadar devam etmiştir. Böylece davet, Yüce Allah’ın emriyle aleni hale dönüştürülmüştür. Artık Resulullah’ın çağrısı tüm Mekke evlerinde yankılanmaya başlamış ve İslam’ın konuşulmadığı ev kalmamıştı.
Mekke’nin gündeminde İslam, Müslümanlar ve onlara önderlik yapan Hz. Peygamber (a.s) vardı. Mekke’liler tarafından Hz. Muhammed (a.s)’ın faaliyetleri adım adım takip ediliyordu. Onları etkileyen en önemli olaylar arasında Kur’an tilaveti geliyordu. Müşrikler sağdan soldan gruplar halinde gelerek Kur’an okuyan Hz. Peygamber (a.s)’ın bulunduğu ortamlara gelerek boyunlarını uzatır, gözlerini alçaltarak, korku ve ıstırap içinde ona doğru koşarlar, etrafını sararlar ve onun içten okuduğu Kur’an’ı dinlerlerdi. Kur’an’ın hem i’caz yönünü kavrayan ve hem de derin manasını anlayan müşrikler bu dinlemeden sakinleşir ve huzur da duyarlardı. Bu hal kısa sürer, adeta inadi küfürleri yeniden depreşir, tekrar eski hallerine döner, Kur’an’ın müminlere cenneti müjdelemesini, inkârcıları da cehennem azabı ile uyarmasını işitince başlarını öne eğip Kur’an’la alay ederek şöyle derlerdi:
“Eğer Muhammed’e tabi olan şu kimseler bu tasvir edilen cennetlere gidecek olurlarsa, onlardan önce bizim bu cennetlere girmemiz gerekir. Çünkü Arapların eşrafı ve efendileri bizleriz. Bunlar bizim hizmetçilerimiz ve kölelerimizdir.”
Büyüklük hisleriyle mü’minleri küçümseyen, cenneti bile kendi tekellerinde gören müşriklerin ruh hallerini şu âyetler çok güzel ve çarpıcı bir biçimde dile getirir:
“O inkârcılara ne oluyor ki (inkâr veya alay etmek için) grup grup sağdan soldan sana doğru koşuyorlar.” (70/Meâric 37).
“Üstelik bir de onlardan her biri nimetler cennetine yerleştirileceğini mi umuyor?” (70/Meâric 38).
Görüldüğü gibi bu ayetler onların belirtilen davranışlarındaki çelişkili hallerine, Hz. Peygamber (a.s)’ı yalancılıkla suçladıkları halde cennete girmeyi istemelerinin ne kadar tutarsız olduğuna işaret etmektedir. Onlar Yüce İslam Peygamberi Muhammed (a.s) ile alay edince Yüce Allah da: “Asla! (Öyle şey yok. Onlar aldatıcı sondan kurtulamazlar.) Biz onları şu bildikleri şeyden yaratmışızdır” (70/Meâric 39) buyurmak suretiyle insanın kendisine önemsiz gibi gelen siperimden yaratıldığına işaret eder; bu da onun gururlanacak bir varlık olmadığını, dolayısıyla müşriklerin kendilerini üstün görüp mü’minleri küçümsemelerinin anlamsız olduğunu gösterir.
Sonuç olarak, müstekbirlik, Allah’a rağmen yaşama talebinin adı, istikbâr ise; birey, toplum ya da iktidar seçkinlerinin zayıf bırakılmışlar karşısında kendilerini seçkin ve üstün görme duygusudur. Bu duyguyu taşıyanlar, gitgide Allah’ın en büyük oluşunu sözleriyle reddetmeseler de davranışlarıyla reddeder bir pozisyon kazanırlar. Kendilerini başta Allah olmak üzere, her türlü varlıklardan üstün gördükleri için toplum üzerinde siyasi, hukuki, dini, fikri, harsî ve iktisadi alanda tahakküm kurarlar. Bir tür toplumu köleleştirirler. Kur’an’ın anlattığı istikbar yüklü müstekbirlik hali, salt tarihsel bir durum değil, evrensel bir tutumdur. Bu sebeple tarihte yaşananlardan ibret almalı, ruh ve düşünce dünyamızı kontrolden geçirerek istikbara yol açacak hallerden arındırmalıyız. Bir Müslüman için Allah’ın büyüklüğünün dışında bütün büyük olma durumlarının izafi olduğunu bilelim ve ‘takva’yı merkeze alan bir yaşam alanı oluşturmanın mücadelesini verelim.