İnsanım yahu

Hasan Ukdem

İnsanım ben,

Sokak ortasında kahkaha da atarım, oturup yol kenara bağıra bağıra da ağlarım. Hiç tanımadığım birinin acısı için günlerce uykusuz da kalabilirim, tanıdığım birinin düğününde göbekte atabilirim... Çok sevdiğim birine öfkelenip avazım çıktığı kadar da bağırabilirim, küçük bir kediyi kundakta bebek sever gibi de sevebilirim.

İnsanım ben, Acılarım, yaralarım, aşklarım, takıntılarım, gözyaşlarım, çığlıklarım, kahkahalarım, mutluluklarım olabilir. Her duyguyu her anımda yasayabilir, beklenmedik tepkiler gösterebilirim...

İnsanım ben,

Her gün çok bakımlı ya da hep nazik olamam. Saçlarımı özensiz toplayıp bakkala da giderim, en güzel kıyafetimle balkonda da oturabilirim...

Canan Keser

Evet, insanız ve insanlık hallerimizle yaşayıp gidiyoruz. Ancak uzun zamandır bu insanlığımıza birtakım kurgular yerleştiriyoruz. Başkalarına bakarak yaşamak hem hayatın doğallığını bozuyor hem de özgür ve özgün olmamızın önünü kesiyor. Hep bir makyaj, hep bir maske arkasında rol yaparak yaşamak zorunda hissediyoruz kendimizi. Oysa hayatın güzelliği akışına bırakmakla bizim olabilir ancak. Hayat kendi keşmekeşi, bilinmezliği ve kaosuyla bizimdir. Onu kurgulamaya, dizayn etmeye kalktığımız zaman kendimizi mahkûm etmiş oluruz.

Yazının başında yer alan alıntıyı, facebook arkadaşım senarist yazar Canan Keser’in bu platformdaki sayfasında gördüğüm zaman içimde günümüzde insan olmanın ağırlığını hissettim. Oysa Canan hanımın harika bir şekilde anlatmış olduğu ruh halini yakalamaya ne çok ihtiyacımız var. Uzun süredir mutsuz insanların ülkesi olduk sanki. Tatile çıkarken bile stresle, sinirle hareket ediyor, hayatın güzelliklerini bir türlü içimizde hissedemiyoruz. Oysa toprak güzel, ağaç güzel, deniz güzel, göl güzel ve tümüyle dünya güzel. Her şeye boş verip dünyanın bu güzelliklerinde kaybolalım demiyorum ama bu kadar mutsuzluk da fazla bence.

Hayatı güzelleştirmenin en önemli adımı, hayata bir anlam yüklemektir diye düşünüyorum. O anlam aynı zamanda dünya yolculuğumuzun rotasını da belirleyecektir zira. Kurgulanmış bir çağda, aynı şeyleri yapmak, birbirini taklit etmekle doğru davrandığını, eğlendiğini ve mutlu olacağını sanmak kadar tuhaf bir şey olamaz. Her insanın dünyaya bakışı, baktığı zaman hissettiği ve hissettiğini yorumu farklıdır. Her insan aynı şeylerden hoşlanıp, aynı şeyleri sevemez. Kimimiz gülün kırmızısını severiz, kimimiz beyazını veya bir başka renkte olanını. Bunu bütün başka şeyler için de söyleyebiliriz. Mesela kimimiz denizi tercih eder, kimimiz ormanı…

İnsan kendini sadece inancına ve yaşadığı toprağın kurallarına bağlamalı ve buralardaki yükümlülüklerini de abartmadan yerine getirmeli, sonrasını tevekküle bağlamalıdır. Ne zengin olma hırsı ne şöhret olma arzusu hayatımızı mahvetmeli. Elbette nafakamızı kazanmak için çalışmalı ama bunda da bütün her şeyde olduğu gibi hırstan uzak durmalı. Hayatta dostluğun, arkadaşlığın, ailenin ve aşkın yerini başka şeylerle doldurursak, karşımıza üstesinden gelemeyeceğimiz buhranlar çıkar. Serin seherleri, bahar günlerini, yaz akşamlarını, yağmuru, karı ve zamanın içini dolduran cümle güzellikleri ıskalıyoruz çoğunlukla şu şehir hayatında.

Günlük koşuşturmalar ömürlük bir israfı getirirken, sanatın ruhumuza üflediği meltemden uzağız millet olarak. Bir öyküde dolaşmak, bir romanda kaybolup gitmek, bir şiirde kalbimizi arındırmak aklımızın ucundan bile geçmiyor. Güzel bir resmin veya fotoğrafın betimlediği peyzajı seyretmek yerine hazin bir manzaranın objesi olmayı tercih ediyoruz. Sonra tıbbın asabiye koridorlarında psikologların reçeteleri elimizde dolanıp duruyoruz. Bir kuş sesinin rahatlatıcı ritmine, bir su şırıltısının içimizi onaran maharetine, bir ağacın rüzgârla giriştiği sohbetin çekiciliğine kendimizi bırakıvermiyoruz.

Sürekli tetikte durmak, her zaman her şeyin içinde olmak ve dünya atını daima mahmuzlamak insanı hem bedenen hem de psikolojik olarak yorar. Biraz hız kesmek, biraz durmak gerekir bazen. Rol insanı yıpratır, doğaçlama yaşamak gerekir çok zaman. Elbette insanın toplumda bir yeri vardır, rahatlık ile pespayelik arasındaki çizgiyi gözetmek gerek. Eskiden çok kullanılan bir söz vardı: “Sezar’ın hakkını Sezar’a vermek” diye. İşte biz de hayatın hakkını hayata, insanın hakkını insana ve her şeyden öte kendi hakkımızı da kendimize verebilmeliyiz. Temkinli yürümek güzeldir, ancak bunu abartmaya da lüzum yok, bazen boş verme hakkımızı da kullanalım. Maddenin peşindeki yorgunluklarımızı maneviyat pınarında yıkayabilelim.

İnsan kendini dinlerse, kâinatı duyar. Kâinatı içselleştiren insan ise daha yüce bir varlığın himayesini içinde hisseder.

Sevgiyle kalın.