Dünya bize “sen daha özgür olmalısın” diye haykıran havarilerle dolmaya başladı. Bunu bize söyleyenler ne kadar ve nasıl özgürler? Bu sual böyle havada kalsın da “özgürlük” arayan insan aradığını bulacak mı ya da bulduğunun özgürlük olduğuna mı kanacak?
Modern dünya, birbirine benzeyen tıpatıp yaşamlar inşa etmeyi çoktan başardı. Sınırsız “özgür” bir yaşama sahip olduğunu sanan insanlar farkında olmadan benzer telaşelerin farklı sürümlerini tadıyor. Dayatılan ön kabuller, peşinen teslim olunmuş sonlar ve bu yolculukta tek başına kalmış insan… Hani misal; çevrenin yakın bir gelecekte yaşanmaz olacağını, doğanın insan karşısında yenileceğini ve dünyanın keşmekeşliğe sürüklendiğini kabul ettirdiler, inandırdılar. Aynı merkez bu çıkmazdan kurtulmak için çare ve reçeteler de üretiyor. Bu arada biz dünya vatandaşları ekranlar karşısında “özgürce” üç beş saniyelik görüntülerle avunuyoruz.
Çevre kirliliğinden bahsedecek değilim ya da teknoloji bağımlılığından kaldı ki doğa yaratılışı icabı kendini tamir etmeye muktedir ve yeteneklidir yeter ki insan onu ifsada çalışmasın. Diğer yandan gittikçe yalnızlaşan ve tek başına kalan insan düştüğü buhrandan kurtulmanın yollarını bulmakta zorlanıyor. Gittikçe artan ruhsal bunalımlar, tahammül gücünün zayıflığı, yarın ne olacak kaygısı insanoğlunu cendereye almış gibi…
Aklı ermeye başlayan herkes yarına dair güçlü umutlar besleyemiyor. Her gün daha kötüye giden bir dünya heyulası aldı başını gitti. Teknolojiye bel bağlayanlar teknolojinin getirdiği ağır ve karmaşık problemlerle boğuşuyor. Teknolojinin oluşturduğu hız ve konfor alanı yadsınamaz şekilde geniş ve cazibeli. Zaman algısı yeniden şekillendi, hızın çekiciliğine ve konforun rahatlığına alışan insan metafizik dünyasındaki eksilmeyi fark edemedi ya da fark etmek istemedi. Oysa insan etten kemikten yaratılmış değil onun bir iç dünyası, hisleri, estetik algısı, ruhu var ve bu dünya mutlak huzur, mutlak ruh sağlığı mutlak iyilik yeri değil.
İnsanın idrak ve tefrik etmede zorlandığı şey de burada başlıyor sanırım. Modern dünya ve vaatleri insanın buhranları, bunalımları, çıkmazları, manevi çöküntüsü karşısında sadra şifa, gönle deva tatmin edici reçeteler üretmekte güdük ve nakıs kalıyor.
Yeni problemler ve bilinmedik durumlarla karşı karşıya kalan insanın zihnine, yüreğine nasıl ve ne şekilde su serpilecek, ferahlık verilecek? Oysa insan birey olarak hayatın içinde sosyal bir varlık, gönül yorgunu ve bıkmış bir kalp taşımak istemiyor.
Peki, ne demeli insana? İnsana sığınmalı azizim. Sesine aksi seda olacak, ummadığın bir saatte kapını çalıp seni görmeye geldim diyecek, konuşmanı kesmeden dinleyip içten gelerek “hayırlısı” duasıyla karşılık verecek, yalnız olmadığını hissettirecek derdini paylaşmaktan beri durmayacak bir dostun kalesine sığınmalı.
Dertleşmeyi unuttuk, sohbet meclislerimiz dijital seslerin ve otomatik çay makinelerinin esiri oldu. Ailemizle dertleşmeyi bıraktık, babamızın müşfik bakışına, annemizin sarıp sarmalamasına, kardeşin desteğine gerek görmedik. Oysa insan, insana sığınmayı bıraktığından beri burçların yalnız fatihi olduğunu sanıyor.