İnsan nedir? Düşünceleri, inandıkları mı? Gördükleri, hayal ettikleri mi? Konuştukları, yazdıkları mı? Bana sorarsanız insan; Oku emrine muhatap olan varlık olduğu için, okuyup idrak ettikleri ve oradan beslenerek ortaya koyduğu hayat tarzının ortalamasıdır. Ortalamasıdır diyorum çünkü insan öyle acz içindedir ki her okuduğu, idrak ettiği şeyi hayatına geçiremez. Bu da insanla dünya, insanla inançları, insanla iradesi arasına birçok etkenin girmesinden kaynaklanır. Bu etkenler: nefs, hırs, kibir gibi hastalıklardır. Ancak bunları en aza indiren insanın idraki iradesini doğru yönetebilme kabiliyetidir.
İradesi sağlam olanlar için dünya, amaç olmaktan çıkar ve hakikat yolculuğunun aracı mesabesine iner. Araç haline gelen dünya ise hükmetme yetisini kaybederek, hükmedilen vaziyetine geriler. Dünyaya hükmetmek, ona sahip olmak değildir insan için. Onun fani olduğunu bilerek, kendi iradesinin üzerine çıkmasına müsaade etmemektir.
Okumak bahsine geri döneceğim, bir de sevginin önemine değinmemiz gerekiyor sanırım. Sofokles, “Bizi yaşamın ağır yükünden ve ıstırabından kurtaran tek sözcük sevgidir” diyor. Bu sevgi bizim dünyamızda imanla harmanlanmış bir sevgi olmalı. Zira namaz için nasıl abdest ön şart ise, bütün amellerimizin muteber olması için de iman şarttır. İmanı ve sevgiyi de içine attığımız zaman, üstelik okuma özelliğini de hesap ettiğimizde, insan nedir sorusu biraz olsun cevap bulmaya başlıyor.
Günümüzde insanın bu özellikleri sürekli öteleniyor, üstü örtülüyor ve insan bambaşka bir dünya tasavvuruna itiliyor. Okuyan insandan çok bakan insan profili genişletilip yaygın hale getirilmek isteniyor. Okuyan insan idrak ediyor, idrak edince iman ediyor, iman edince de israf etmiyor. Oysa çağın çarkı tüketim toplumunun savurganlığı ile dönüyor. Böyle olunca inançlı insana demode yaftası vurularak çarkın içine dahil edilmek gereği doğuyor. Okuyan değil bakan insan da tam burada ihtiyaç haline geliyor. Okumadan bakan gözler, sadece manzarayı gördüğü için idrakten uzak çıkarımlarla gördüğünü kimin yarattığını bilmek yerine, onun dünyalı yüzünü görmekle yetiniyor. Bu da derinleşmesini, eşyanın künhüne varmasını engelliyor.
John Kieran, “Ben bütün okumuş olduklarımın bir parçasıyım” diyor. Burada “parçası” kelimesi çok önemli. Okuduğu metinde gördüğü dünya ile, gördüğü dünyadan okudukları onu tamamlamak yerine, bütünün bir parçası haline getiriyor ki bu bizim tevhit inancımıza da uyuyor. Bastığımız toprağın, baktığımız gökyüzünün bir parçasıyız biz. Çünkü Rabbimiz bir ve yarattığı her şey de birbirini tamamlayan birer parçadır ve hepsi tevhitte birleşir.
İşte bu bütünlüğün ana maddesi sevgidir. Sevgi, kendimizden olduğunu düşündüğümüz şeylerle aramızı iyileştirir. Kardeşlik, arkadaşlık, dostluk kendimizdenlikten doğar. Bildiğimiz şeylerden, tanıdığımız kişilerden ve dibini gördüğümüz kuyulardan emin oluruz. Tanımadığımız, bilmediğimiz şeylerle bağ kurmak bizim için güçleşir. Sevgiyi pusula edinenler güzelliklere doğru yürürler. Bazen güzele ulaşmak için çile çekmek gerekebilir, ancak içi sevgi dolu olanlar bu çileleri de lütuf olarak kabul ederler ve vuslat için dikenlere basmaktan çekinmezler. İşte insanı insan eden hasletlerin başında bu azim, bu gayret vardır.
İnsan zenginliğiyle, gücüyle, kudretiyle, güzelliğiyle insan olmaz, insan kalbinde yeşerttiği ile zenginleşir. Sebat ettiği kadar başarılı, kanaat ettiği kadar da zengin olur. Attar, “Kanaatten nasibi olmayanı, dünya malı nasıl zengin etsin” der. Elbette doğru söyler çünkü dünya malının değeri ancak dünyada kalır, sevgi ise bu dünyayı aşan bir hacme sahiptir. Ve insana yakışan en güzel duygu yine sevgidir.
Bugün hakikatin muhalifleri güçlenmiş görünüyor, bu yüzden de sesleri çok çıkıyor. Bu ses ise bir musikiden çok bir gürültüye dönüşüyor. Tavuk bir yumurta için dünyayı velveleye verirken, kısrak sessiz sedasız bir küheylan doğurur derler ya, işte bugünün dominant çevreleri de fani bir varlık için dünyayı velveleye veriyorlar. Oysa hakikat orada sessiz sedasız bir cenneti vaat ediyor. Şemsi Tebrizi, “Sığ suları en hafif rüzgarlar bile coşturabiliyor. Derin denizleri ancak derin sevdalar. Anladım ki derin ve esrarengiz olan her şey susuyor. Anladım ki susan her şey derin ve heybetli” diyor. Üzerinde uzun uzun düşünülecek bir tespit bu. Ama bizim konumuzla ilgili olan tarafı; insan kendi içinde derinleşmek istiyorsa, suskunluğun dilini de öğrenerek insanlık kimliğini oluşturmalı, mesajıdır.
İnsan derin bir kuyudur.
Sevgiyle kalın.