Konya genel olarak ise Anadolu’da şirketlerin büyüklüğünün belirli bir noktanın üzerine çıkamamalarının temel sebebi insan kaynakları yönetiminde başarının yakalanamamasıdır.
Kurumlar insan kaynakları departmanlarını, kendilerine insan kazandıracak birer akademi gibi görmeliler.
Gitmiş personelin yerini doldurmak için var olan bir birim ya da özlük hakları, personelin girişi çıkışı, devamlılığı, izin süreçleri, maaş bordroları konuları ile bu birimi sınırlandırmamalılar.
Elbette bu konular önemlidir.
Bu konuları önemsiz görmek de ciddi bir soruna işaret eder ama asıl meselenin insan kazanmak olduğunu, kazandığınız insanlarla da kurumunuzun büyüyeceğini, insan kazanmayı başaramazsanız kurumumuzun ya yerinde sayacağını ya da küçüleceğini göz ardı etmemek gerektiğini düşünüyorum.
Bugün insanların çalıştıkları kurumlara sadakatleri, çalıştıkları kurumda kendilerini mutlu hissetmeleri, kuruma aidiyet hisleri gibi konulara baktığımızda, ne yazık ki yapılan araştırmalar da bunu desteklemektedir, çok iç açıcı bir tablo görünmemektedir.
Özellikle performans yönetimi süreçlerinin olmaması, olanlarda ise adil bir yapılanmadan söz etmenin çok zorluğu, maaş politikaları, terfi konularında liyakatin esas alınmadığı gerçekliği, oryantasyon ve hizmet içi eğitimlerinin ya hiç olmaması, ya da göz boyama mahiyetinde olması gibi konular, memnuniyetsizliği artıran unsurlardır.
Çalışma ve İş Kurumu (İŞKUR) verilerine göre Konya’da yaklaşık 1 Milyon 500 Bin çalışan var.
Bu oranın genel nüfus içindeki oranına baktığımızda ise yüzde 70’e yakın olduğunu görebiliyoruz.
Konya’nın işsizliğin olduğu bir şehir olmadığını da biliyoruz.
Şehirde, işsizlik sorunundan daha çok işinden memnun olmama sorunu dikkat çeken bir unsurdur.
Nerede ise herkes iş arayışındadır, çok az bir çalışan dışında insanlar kendini çalıştığı kuruma ait hissetmemektedir, aidiyet sorunu vardır.
Kapalı bir toplum görüntüsü açıkça bazı araştırmaların yapılmasını zor kılıyor, bunu da görebiliyoruz.
Ama şunu ifade edebiliriz, zaten bariz bir şekilde bütün sorunlar görülmektedir.
Ulusal ya da uluslararası kurumlarda çalışanların dışındaki çalışanlar Konya’da, ast - üst ilişkileri, özlük hakları ve özellikle maaş ve sigortanın maaş üzerinden yatmaması, terfi alanlarının sınırlı ve kapalı olması, yeteneğin ve çalışkanlığın önemli olmaması, akraba, eş dost ilişkilerinin etkin olması, cinsiyet ayrımı, torpil kavramının çok bariz bir şekilde nerede ise her iş yerinde görülebiliyor olması gibi sorunlarla başa çıkmaya çalışıyorlar.
Konya’da iş barışını bozan en önemli unsurlar bunlardır.
En ciddi sorunlardan biri de çalışanların örgütlenme olanaklarının olmaması olarak karşımızda duruyor.
Sendikal hayat, nerede ise Konya’da hiç yok.
Var olan sendikaların bağımsız sendikacılık yapamayacaklarına şahit olduğum durumları da dikkate aldığımızda sendikacılığa bir inancımın kalmadığını da belirteyim.
Bir sendika başkanın, kızları, damadı gibi bütün yakınları sendikacılığını yürüttüğü iş kolunun etkin bir kurumunda çalıştığını varsaydığımız bir durumda sendika sendikacılık yapabilir mi?
Hal böyle iken, şunu çok net ifade edebiliriz, şehrin sosyal yapısının üzerindeki en büyük perde bu kapalı yapıdaki iş hayatıdır.
Bu durumun ise şehre büyük zararlar verdiğini, kurumların marka geliştirememesi, ulusallaşamaması, kalifiye beyaz yaka personeli elinde tutamaması, kalifiye personelin başka şehirlere gitmek istemesi gibi sorunları beraberinde getirdiğini görebiliyoruz.
Subjektif bir yaklaşımla ifade etmiyorum, özel sektörde yıllarca mücadele vermiş herkesin çok iyi bilebileceği gibi, markalaşma, ulusallaşma sorunları yıllarca tam olarak Konya’da çözülememiştir, hatta birkaç çok büyük firmada geri gidiş olmuştur, bunu da buraya not olarak ekleyelim.
Bir zamanlar ulusallaşmış bazı şirketlerin batmasında insan kaynağı unsurunun olmadığını söylemek mümkün müdür?
Şirketler öncelikle mutlaka adil performans inceleme sistemlerini kurmalıdır.
İK’ya yatırım yapmaktan kaçınılmaması, özellikle 100 personelin üzerinde çalışanı olan her kurum için mutlaka insan kaynakları biriminin bir akademi gibi çalışarak, hem işe alacağı insana oryantasyon eğitimi de başta olmak üzere kurumda hangi işi yapacağı, hangi konularda kendisinden ne beklentilerin olduğu, kurumun ve üst yönetimin hassasiyetleri, kurumun gelenekleri gibi konularda eğitim verilmesi,
Hem de çalışanların belirli periyotlarda mutlaka hizmet içi eğitimlere tabi tutularak iş körleşmesinin önüne geçilmesi şirketlerin mutlaka başarması gereken konulardandır.
Çalışanları eğitmek, onları gönderip tekrar yerlerine yeni insanlar almaktan her zaman daha az maliyetli ve daha az sorunludur.
İş barışını sağlayan en önemli unsurları da şöyle sıralayabiliriz:
Çalışanın fikrini ortaya koymasına olanak tanı,
Kendisini iyi ve zengin hissetmesini sağla,
Adil ol, terfilerde torpil, kayırma, akrabalık gibi unsurları bırak, her çalışana eşit yükselme olanağı oluştur,
Ekonomik olarak kazanımını mutlaka optimum noktada tut ve ödediğin maaş üzerinden sigortasını göster, hak yeme,
Hizmet içi eğitimi sürekli hale getir ve mutlaka yap,
Çalışanların birbirleri ile diyalog kurabilmeleri için sosyal alanlar oluştur...
Şu unutulmamalıdır, bir çalışanın çalıştığı iş yerinde kariyer yapabileceğine inancı, o işyerinde yükselebileceğine inancı, onun açısından maaştan bile daha kıymetli bir motivasyon aracıdır.
Modern olmalarını temin et, eşitlikçi yapıyı kur ve cinsiyetçi yaklaşımlardan çalışanlarını uzaklaştır, zorbalığı yok et, zorbalığa müsaade etme…
Teknolojideki gelişimin sosyal hayatı direk etkilediğini unutma, personelin teknolojik gelişimin bir parçası olmalarını sağla...
Bilgin olsun, bunları sağladığında en fazla yine patron kazanacaktır ama çalışan da kendini kazanmış hissedecektir ya işte zaten asıl mesele de, iş barışını sağlayan unsur da, işte bereketin kaynağı budur.
Bunları yapmayan işveren ise kısa zamanda kazanıyormuş gibi görünse de uzun süreçte aslında kaybedecek ve tersine bir enerji ile karşı karşıya kaldığı için de küçülmekten kurtulamayacaktır.
Netice itibariyle, insan kaynağını güçlü tutan kurumlar kazanır, insan kaynağını güçlü tutamayan kurumlar ise kaybetmeye mahkûmdur.
Her insan aynı değildir, bunu çok iyi bilmek gerekiyor, kalifiye personelin mutlaka kıymeti bilinmeli, onlara kurumlarda mutlaka söz hakkı tanınmalıdır.
İnsan yetiştirmek çok zor, insanı kaybetmek ise çok kolaydır.
Güçlü temellerle oluşturulmamış kurumların geleceği de olamaz, güçlü temel kurumda sermaye kadar insan kaynağı ile de kurulur, bunu görmezlikten gelmenin bedelini ise görmezden gelen mutlaka öder.
Belirtmiş olalım.